Gelmiş geçmiş en aşağılık gösteri… Yönetemedikleri Dünya problemlerinin çevresinde soytarılık yaparak dönen muktedirlerin gösterisi…

Öte yanda, ellerinde tencereler, su bidonları bir öğün yemek peşinde can veren kadınlar ve çocuklar… Kapitalist sistemde nüfus fazlası olarak görülen yoksullar- bombalar veya açlıkla- ama mutlaka yok ediliyor.

Efendiler, yeryüzünü yeniden paylaşma telaşında…Sistem dengeden çıktı. Endüstri toplumu çöküyor. Çöküş ivmelendikçe krizin gündelik hayata yansımalarını daha derinden hisseden insanlık gerçekten çaresiz.

Sonunda, efendiler Dünya’yı yönetmek adına her an suç işlerken, çıkışsızlıkla malul insan da “İyi ki suç var!” dedi ve kendi koyduğu kurallarla yaşamaya yöneldi.

Barınma, beslenme, sağlık, adalet, eğitim, güvenlik ve istihdam politikalarının iflasından sonra, herkes başının çaresine bakmaya başladı.

Yürüyen gerçek, yasalar, tüzükler, yönetmelikler artık kamu düzenini değil, sistemde köşeleri tutanları koruyor.

Merkezi yönetim veya yerel yönetimler, “siyasetin finansmanı” dedikleri, tam olarak kamu kaynaklarına ve imkanlarına çökmek anlamına gelen ahlak dışı yola girdi. Siyaset büyük paralarla yapılıyor.

Çağımızda vicdanlar yitik. Ahlak ve karakter yoksunluğu değerleri yok etti.

Hal böyle iken, bir de siyasetçinin umut tacirliğine maruz kalan toplumda çıkışsızlık git gide büyüyor.

Londra’da, Paris’te, Ankara’da veya Washington’da hep aynı tutarsızlık… Biri Nobel barış ödülü istiyor, diğeri asrın lideri… Ama her gün 30 bine yakın insan açlıktan ölüyormuş, bir milyar insan açmış ne gam!

Tükeniş hükmünü sürüyor. Sistem çöküyor. 8 milyar 250 milyon insanı yönetecek sistem kurulamıyor. Mülkiyet, piyasa, para politikaları kıskacında insanlık belki de bütün zamanların en büyük bunalımına sürükleniyor.

Tahammüllerin tükendiği yerdeyiz.