Cumhuriyet ile demokrasi hem hedef hem de kavramsal köken bakımından birbirine yakın kavramlardır. Cumhuriyet, kamuculuk ve kamusallık anlamına (res publica) gelirken, demokrasi de (demos ve kratos) halk ya da yurttaş topluluğunun yönetimi anlamına gelmektedir.
Çağdaş bir Cumhuriyetin, demokrasiden uzak durması mümkün değildir. İkisinde de hedef halk egemenliği ve yurttaş topluluğudur. Ancak toplumlar ve halk dediğimiz kitle aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan farklı özelliklere sahiptir.
Cumhuriyetin hedeflediği yurttaşlar topluluğundaki yurttaş ise, bu özelliklerden soyutlanmış bir öznedir. Onun sosyal kökeni, kültürü ve sosyal sınıfı önemli değildir. Cumhuriyet bunları eşitleyerek yurttaş tarifi yapar. Dolayısıyla kişini kültürel kimliğini ve ekonomik konumunu silikleştirir. Önemli olan onun hak ve sorumluluklarıdır. Dini, etnik kökeni, mesleği, cinsiyeti değil, hukuksal statüsü önemlidir.
Bir süredir Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz, bu anlamda bir kriz içerisindedir. Bunun bir nedeni halk egemenliğinin tanımı gereği inşa edilmeye çalışılan ulusun krizi ile ilgilidir. Yani farklı etnik köken ve inanç gruplarının kimlik statüleri talebiyle ilgili krizdir.
Bir önceki yazımızda da özetlemeye çalıştığımız gibi, çok farklı değişkenler sonucu, toplumdaki siyasi mücadele ve dayanışma örüntüsü, sınıf mücadelesi yerine kimlik mücadelesine dönüşmüştür. Bunun en önemli iki aksını Kürtler ve Aleviler oluşturmaktadır. Ya da Kürt ve Alevi örgütlenmesi veya dayanışmasının siyasete yansımaları belirgin hale gelmiştir.
Yani Cumhuriyet ile hedeflenen rızaya dayalı diye tarif edilen ama önemli ölçüde asimilasyon ile sağlanmaya çalışılan, ulus hedefi, yüz yıl önceki tarifi ile devam etmekte zorlanmaktadır. Bu önemli ölçüde Cumhuriyetin donuk ve doktirinel bir uygulama olarak anlaşılmasının sonucudur. Oysaki zaman içinde beşeri bir norm olarak Cumhuriyet, dinamik bir tarzda yorumlansa, bu krizlerin bir bölümü daha kolay aşılabilirdi.
Ancak hem ulus devletlerin yaşadığı kriz hem de reel sosyalizmin çöküşü, kimliğe dayalı bir dayanışma örgüsünü motive etmekle kalmamış, aynı zamanda siyaset bunun pratik kolaylığını benimsemiştir.
Parti ve siyasal konum tercihleri giderek sınıfsal ve ekonomik konumum yanı sıra kültürel kimliklere göre şekillenir olmuştur. Partiler de belli ölçüde sağ ve sol diye tarif edilmekten ziyade, Sünni İslam partisi, Kürt Partisi, Türk Partisi şeklinde algılanır hale gelmiştir.
Batılı orta sınıflar ve Türkmen Aleviler için CHP ağırlıklı tercih olurken, Sünni İslamcıların hedefi AKP ve Kürt kimliği duyarlılığı taşıyan seçmenin ağırlıklı tercihi de DEM olmuştur.
Başta Suriye olmak üzere Orta Doğu’da yaşanan kriz ve Kürtlerin Irak’tan sonra, ABD ve İsrail’in de desteği ile siyasi bir statü elde etmeleri, Türkiye’deki siyasi partilerin pozisyonunu altüst etti. Kürt siyaseti karşıtlığı ile seçmen tabanını tutan MHP ve Genel Başkanı Bahçeli, bir anda PKK’yı ve Öcalan’ı meşru muhatap olarak kabul etti.
Ardından Cumhurbaşkanı Türk, yardımcılarından birinin Kürt ve diğerinin de Alevi olacağı bir sistem de önerdi. Öte yandan Erdoğan da, millet değil de ümmet tarifi yaparken, bunun içinde etnik gruplar olarak Türk, Kürt ve Arapları saydı.
Türk, Kürt, Arap, Alevi, Boşnak, Arnavut vs topluluklar İmparatorluk bakiyesi bu toplumun kültür gruplarıdır. Bunları bir arada tutacak bağ olarak yurttaşlık tanımı, belli ölçüde kültürel kimlikleri yok saydığı için bugüne yansıyan krizler yaşanmıştır.
Bu durumun farkında olan ve Orta Doğu’daki düzenleyici güç olan ABD’nin Ankara ve Suriye temsilcisi Tom Barak, bu coğrafyada ve Türkiye’de ulus devlet modeli tutmadı, milletler topluluğu size daha uygun diye öneride bulundu.
Dolayısıyla Erdoğan ve Bahçeli ile Tom Barak benzer bir çözümde buluşmuş gibi.
Ancak bu da o kadar kolay bir model değil. Çünkü İmparatorluk bakiyesi bu toplumda kimliklere dayanan bir model, toplum içinde zaten var olan “biz” ve “öteki” duygusunu daha da motive edecektir. Pratik siyasette ve belli ölçüde sosyal hayatta da zaten kimliğe dayalı egosantrik bir yaklaşım söz konusu.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, aynı zamanda sosyoloji profesörü. Erdoğan’a ve Bahçeliye teşekkür ettikten sonra, Türk ve Kürt kardeşliğine vurgu yapmak için, “Türkler ve Kürtler, Safevilere karşı birlikte mücadele ettik” deyiverdi.
Bir sosyolog olarak büyük hata yaptı tabi ki. Kürt ve Türkleri duygusal olarak yakınlaştırmaya çalışırken, Alevileri karşısına aldı. Bu iş böyledir. Bu ülkede birbirini kesen onlarca kimlik söz konusudur.
Erdoğan da ümmeti, Türk, Arap ve Kürtlerden ibaret sayarken, Alevileri nereye koyacak acaba? Cemaatlere dayanan bir demokrasi daha ayrımcı ve çatışmacı olmak zorundadır.
Başaramadığımız şey Cumhuriyetçi demokrasi olunca, onun yerine hedeflenen cemaatçi (burada cemaat kavramını sadece inanç grupları için değil, tüm kimlikler için kullanıyorum) demokrasi çok ciddi ayrımcılıklara ve krizlere gebedir. Etnik ve mezhepsel cemaatlere/topluluklara bölünmüş bir toplumda Cumhuriyetçi bir demokrasinin olanağı yoktur. Cemaatçi/toplulukçu demokrasi de ise yurttaş ve bireysel tercihler söz konusu değildir.
Geçen akşam sosyal medyada Mardinliler Federasyonu veya Konfederasyonun bir toplantısında yaşlı bir Mardinlinin konuşmasını izledim. Biz Kürtler olarak milyonlarca yıldır buradayız diyordu. Ne Orta Asya’dan geldik ne de Balkanlardan. Şimdi bakın “biz” var ve bir de ötekiler. Yani Orta Aysa ve Balkanlardan gelenler. Suriye ve Afganistan’dan gelenlerden söz eden bile yok.
Kötü niyet aramıyorum ama bu yaklaşımlar sıradanlaştı ve yaygınlaştı. Söz konusu kişi ardından şöyle bir iddiada bulundu büyük bir mutlulukla. “Bundan 10-15 yıl sonra bu ülkede bir Kürt Cumhurbaşkanı olacak”. Alkış aldı tabi.
Bu iddiasını da şöyle gerekçelendirdi. “Türkler bir çocuk yapıyor, Kürtler 15 çocuk yapıyor.” Dolayısıyla ülkede Kürt seçmen çoğunluk olacak ve Kürtler ülkeyi yönetecek. İşte tipik cemaatçi/toplulukçu demokrasi yaklaşımı.
Nitekim belli ölçüde Erdoğan da Türk ve Sünni İslam aidiyeti ve bağlılık üzerinden seçmenden destek alıyor.
Oysaki örneğin ben, inançsız biri olarak iki kez Kılıçdaroğlu’na oy verdim. Siyasal alanda o, benim için bir Alevi değildi. Nitekim kimlik aidiyeti üzerinden oy verilseydi Kılıçdaroğlu’nun yüzde yirmiyi bulması çok güçtü.
Yine Cumhurbaşkanı adayı olarak önümüze Erdoğan, Ekmeleddin ve Demirtaş gelince, bu defa da tercihim Demirtaş oldu. Kürt diye tercih etmedim. Erdoğan ve Ekmelledin’e göre benim dünya görüşümü daha çok temsil ettiğini düşündüm.
İşte Cumhuriyetçi demokrasi budur. Kültürel özellikler ve kimlikler özel alandır. Tabi eşitlik talebi yurttaşlık hakkıdır. Ama bu gerekçe giderek biz ve diğerleri ayrımına döndükçe, yurttaşlık bağı zayıflamakta, bunun yerini cemaat duygusu ve dayanışması almaktadır.
NOT: Akis odalarına alışmış okurlardan tepki alacağımı biliyorum ama kimseye yaranmak için değil, düşünceye önem veren okurlarla sohbet için yazıyorum.