Müzik Önerisi: Season of theWitch -Donovan
Küresel ısınma ile tanışmadan evvel tam bu mevsimlerde tüm evlerde tatlı bir heyecan yaşanırdı. Benim çok sevdiğim bir yer değişim süreciydi. Bir önceki sezonda unuttuğumuz tüm kıyafetler yatağın üzerine saçılır ve müthiş bir keşif başlardı. Unuttuğumuz etek, tam gelmeyen şort, rengi solmuş penye, küçülmüş ceket ne varsa pazar yeri gibi etrafa yayılır büyüdüğümüzü kilo aldığımızı acımasız bir şekilde yüzümüze vuran kıyafetleri tek tek incelerdik. Naftalin kimyasalları yerine lavanta, kekik ve defne yaprağı gibi doğanın koruyuculuğuna sığınan giysilerde mahcup birahşap kokusu…Meşe, ceviz veya sedirin böceği, güveyi içine kabul etmeyen karakteristik aroması.
Tüm bu kokuların insan üzerindeki en büyük etkisi eskiye duyulan müthiş bir özlem değil mi?
Sandıklarda küçülen giysilerin keşfi onlarca çocuğu da sevindirirken sustainability -sürdürebilirlik kavramından ya da “recycle”- geri dönüşümden kaçımız haberdardık?
Memleketin büyümesinden kalkınmasından tüketime değil paylaşmaya odaklanmasından sorumlular gibiydik bir bakıma. Küçülmese de bazen vazgeçtiklerin olurdu. Vermenin sihri ve güzelliği ile sevindirme hissi. Bir de inadına komik olma pahasına giymeye çalıştıkların önü kapanmayan ceketin,arkası iliklenmeyen elbisen, paçaları bileklerde pantolon…
Tüketim çılgınlığıve moda akımları yüzünden sezonu zor geçiren yazlıklar, kışı görmeyen kışlıklarımız var artık.
Naftalin ve sandığa ihtiyaç kalmayan küçülen evlerde zamanın acımasızlığı da eklenince yazlık kışlık yapılan hane sayısının ciddi şekilde azaldığını düşünüyorum. Ben yine de geleneklere bağlı olarak bu ritüeli devam ettirebilen nesilim, şanslıyım annemden gördüğüm düzen kısmen de olsa devam ediyor kendi mahalimde,ancak yarınları düşündüğümde çocuklarımızın buna zaman ayıracağını hiç sanmıyorum.
Sabah sabah yorganları kaldırırken, önce burnuma gelen lavanta ve defne yaprağı kokusu sonrasında gözümün önüne gelen çocukken yaşadığım yazlık kışlık seremonisi…
Bu nostaljik gelenek evlerimizde rafa kalktı belki, ama hayatlarımızda devam ediyor. Kıyafetleri değil insanları eskitiyor ve raflara kaldırıyoruz bilmeden veya bilerek…
Yaşın gereği diyebilirsiniz ya da önceliklerin değişimi…
Küçülen kıyafetler gibi küçük gelen dostlukları oluyor insanın eskidikçe. Ya ilişkiler eskiyor ya da değişiyorsun. Bazı kalıplara sığmıyorsun, o kalıplarda kalmayı tercih edenlerle aynı frekansta olmuyorsun.
Yıllarını geçirdiğin seni anlamıyor, bir anda yaşadığın duygusallık o anı paylaştığınla yıllara dönüşüyor. Susarak paylaştığını konuşarak anlatamıyorsun.
Hayatından sessizce çıkardıkların, büyük bir patırtıyla ayrılanlardan daha hüzünlü. En sevdiğin küçülen giysinden vazgeçmek ne kadar zorsa, o değişimi bazı kişilerle yaşadığında dile dökemediğin yalnızlığın, anlaşılmadığın için yaşadığın öfken, duyulmayan sessizliğin…Hepsi o çok sevdiğin elbisenin kollarından daha kısa kalıyor.
Gardırobun mevsim değişimlerine ayak uydururken ve sen bu değişime eşlik edebilirken, ruhundaki mevsim değişikliklerine ayak uydurabilen dostlara sahip misin?
Dostluklar naftalin mi kokmalıdır illaki?
Sadece bir dakika bin yıla bedel anların olmadı mı bazı insanlarla?
Sadece bir iki kez gördüğün insanların hayatına nasıl etki ettiğine tanık olmadın mı hiç?
Sadece derin bir bakış, uzanan minik yabancı bir el, kulağıyla değil bedeniyle dinleyen bir yabancıya denk gelmedin mi?
O kışlık sandıklar seni bildiği gibi muhafaza etmeye çalışırken, belki arayışın yeni bir koku…
Değişim bazen gelişim. Bazen direnç.
Değişim bazen eskiden kaçış, yeniye yer açış.
Eskiden taptığın şimdi yıktığın…
Yaşamda yol alırken yaşam boyu birlikte oldukların yolda kalabilir bazen.
Geride bıraktıkların bilerek veya istemeden…