Gülümseyerek başlayalım...

Rahmetli Turgut Özal…

Doğu illerine yaptığı bir seçim gezisinde…

Şu rastlantıya bakın ki...

Genelevin önünden geçiyordu…

Teknik danışmanı Erkal Zenger

Bu fırsat kaçırmamak için...

“Özal, kadınlarımızı selamlıyor…” diye anons yapmaz mı?

Ve dahi...

Özal da kadınlara el sallamaz mı?

Ertesi gün…

Gazetelerin ortak manşeti şöyleydi:

“Özal genelev kadınlarından oy istedi…”

Turgut Bey, danışmanın önüne gazeteleri attı…

Zenger ise...

Hiç istifini bozmadan ne dese beğenirsiniz?

“Efendim, siz feleğin sillesini yemiş kadınlarımızın da Başbakanı olacaksınız… 5 bin 673 hayat kadını var… Aileleriyle birlikte 25-30 bin oy kazandınız…”

Özal’ın siniri yatıştı; yumuşadı ama...

Sormadan da edemedi:

“Allah Allah, o kadar çok muymuş?''

Zenger yıllar sonra bu anısını…

Kısacık da olsa şöyle anlattı:

“Vallahi, kaç tane kadın vardı bilmiyordum, inandırıcı olsun diye küsuratlı rakam verdim!”

***

Siyaset’e işte böyle renk getirmişti...

Kendisi renkliydi...

Çevresi renkliydi...

Eşi başta olmak üzere...

Ailesi renkliydi...

Yaşasaydı...

Türkiye’nin gelmiş – geçmiş “en renkli” Cumhurbaşkanı olarak...

“98’inci yaşının”...

Tadını çıkaracaktı...

Olmadı...

Nasip değilmiş...

Dün... (17 Nisan 1993)

Hayata ve Türkiye’ye veda ettiğinde...

65 yaşındaydı...

***

Yaşamı müthiş renkli, vefatı muammalı oldu…

Resmi kayıtlarda “kalp krizi” yazıyordu…

Hatta kanıtlanamayan “zehirlendi” iddiası bile vardı…

Çok özel bir siyasetçiydi…

Aramızdan ayrılalı…

An itibarıyla tam 32 yıl oldu ama hiç unutulmadı…

Hatıralar sandığını karıştırmak…

Herkese azıcık mutluluk, çokça da hüzün verir…

Biz de…

O'nun başkalarında az rastlanır “çok özel” yanlarını…

Onca yıl sonra bi'tutam hatırlatalım istedik…

*** 

Babası banka memuru, annesi öğretmendi…

İlkokulu Bilecik Söğut'te, ortaokulu Mardin'de okudu…

Liseye Konya'da başladı; Kayseri'de tamamladı…

Müthiş zeki bir öğrenciydi…

Burslu olarak İTÜ'yü bitirdi; elektrik mühendisi oldu…

Herkes…

Bugün 91 yaşını süren Semra Özal'ı, ilk hayat arkadaşı bilir ama…

Türkiye Cumhuriyeti'nin 8'inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ilk eşi…

Ayhan İnal'dır…

Hikayesi de şöyledir…

*** 

Turgut Özal'ın annesi Hafize Hanım…

Bakar ki, oğlu Turgut'un eli ekmek tutmaya başlamış…

O'nu evlendirmeye karar verir…

Malatya'da belediye muhasebecisi Hacı Hasan Bey'in…

Ufak tefek, esmer güzeli kızı Ayhan İnal'ı gözüne kestirir…

Annesinin hiçbir isteğini kırmayan Turgut Özal

Çaresiz, bu anne arzusuna, “tamam” der…

1952'de evlenir ve Ankara Maltepe'ye yerleşir…

Fakat bu evlilik umdukları gibi gitmez…

Aslında, o klasik Türk filmlerde olduğu gibi…

Turgut Bey ile Ayhan Hanım çok ayrı dünyaların insanlarıdır…

Turgut Bey ne kadar hareketli, şakacı ve konuşkan ise…

Ayhan Hanım, bi'o kadar sessiz ve durgundur…

Nitekim, Ayhan Hanım birkaç kez babasının evine döner…

Araya girenlerin tüm çabalarına rağmen…

O evlilik yürümez ve dört ay sonra boşanırlar…

***

Peki, Semra Özal ne zaman ortaya çıktı?

Tam bir yıl sonra…

Turgut Bey, çalıştığı Elektrik İşleri Etüd İdaresi'nde…

Sekreter olarak görev yapan Semra Yeyinmen ile dünya evine girdi…

Çok mutlu oldular…

Ahmet, Zeynep ve Efe adında üç evlatları mutluluklarına mutluluk kattı...

***

Turgut Özal, çok kısa sürede…

Devlet katında aranan bir bürokrat olmuştu…

Süleyman Demirel'e danışmanlık yaptı…

Ardından Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı oldu…

Sabancı Holding'te Genel Koordinatörlük koltuğuna oturdu…

***

Siyasi yaşamı 1977 Genel Seçimleri'nde…

Millî Selamet Partisi'nden İzmir milletvekili adayı oldu; ancak seçilemedi… Derler ki, “İzmir'i bu nedenle pek sevmez…”

***

Mesela…

Turgut Özal'ın, Cumhuriyet Tarihi'nin…

Hem Devlet Planlama Müsteşarlığı…

Hem de Başbakanlık Müsteşarlığı yapmış…

Tek başbakanı ve cumhurbaşkanı olduğunu bilir miydiniz?

***

20 Mayıs 1983'de Anavatan Partisi'ni kurdu…

Asker'in elinden siyaseti aldı; sivil inisiyatif öne çıktı…

O zaman TV siyah-beyazdı…

Elindeki dolma kalemi “göze sokar” gibi sallayarak konuşması…

Aradan bunca zaman geçti, hala unutulmadı…

***

O’nu tarif edenlerin ilk cümlesi şudur:

“İç dünyası alaturkaya dönük iyi bir dosttur…”

Neden alaturka?

Çünkü, rahmetli Özal, alaturkaya çok düşkündü…

Bu özelliği de az bilinir…

Öğrencilik yıllarında alaturkanın ve fasılın tadını hiç unutmamış!

Mesela…

1950'li yılların başında bir akşam…

Alaturka yapan gazinoya eğlenmeye gitmiş...

Ve orada...

Zekai Dede'nin bir şarkısına resmen tutulmuş…

O akşamı dostlarına şöyle anlatırdı:

“Bin cefa görsem ey Sanem (Allah'ın cemal sıfatıyla birlikte zuhur eden güzellikler...) sendendir… O şarkı benim hayatımın şarkısı oldu… Hep inandığım için; bir iş yaptığım zaman, bir hizmet yaptığım zaman hep O'nun için yaparım... Başıma bir iş gelse de O'ndandır diye, kabullenirim... Tevekkülle kabullenirim… İşte, bu yüzden bu şarkı benim şarkım oldu…'

***

En önemli vizyonu “yarın”a ve “yeni”ye tutkun oluşuydu…

Toplumun her kesimiyle barışıktı…

Dondurulmuş düşünceler hariç herkese açıktı…

Cumhurbaşkanı olduğu dönemde bir gün…

İstanbul'daki büyük bir toplantıya konuşmacı olarak katıldı…

Din adamları ağırlıklı bir toplantıydı…

Yaşlı ve uzun sakallı bir kişi çıktı, Özal'ın yüzüne şunları söyledi:

“Sen Türkiye'ye çok kanallı televizyonu getirdin ve pornoyu soktun... Sabahlara kadar porno oynatılıyor... Ahlak kalmadı…”

Özal, kürsüden o adama nasıl cevap verdi, dersiniz? Tek kelimeyle ibretlik!

“Birincisi, senin gözlerinin altı mosmor; belli ki, sabaha kadar porno seyrediyorsun… İkincisi, teknoloji bize uzaktan kumanda gibi bir cihaz vermiş... Allah da beyin vermiş… Beğenmediğin, tasvip etmediğin bir program olunca beynin parmaklarına emir veriyor ve parmakların bir başka kanalın düğmesine basıyor. Sen bunu da kullanmaktan acizsin... Ayrıca Allah insana öyle bir özgür irade vermiş ki, hiçbir şeyi insan beyninde yasaklayamıyorsun... Sen burada kalkıyorsun, yasakçılık yapmaya çalışıyorsun... Bana da yasakçı olmamı mı öneriyorsun?'

***

Hatırlayanınız vardır, mutlaka…

Turgut Özal'dan önce cebinizde döviz bulundurmak suçtu…

Gözünüzün yaşına bakmazlardı; hapse girerdiniz…

O, başbakan olmadan önce…

Ancak, iki yılda bir yurt dışına çıkabiliyorduk…

Bunun dışında Merkez Bankası'ndan izin almanız gerekirdi…

Şu, bir gerçek…

Türkiye'nin Cumhuriyet Tarihi'nde…

“Özal'dan Önce / Özal'dan Sonra” diye bir ayrım var…

***

37 yıl önce ANAP’ın kongresinde öldürmeye kalktılar…

İki kurşun sıktılar, sağ elinden yaralandı…

Cumhurbaşkanı olunca, suikastçısını(!) affetti…

***

Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, “Alışamadık…” sloganları ile tepki gösterenlere verdiği cevabı pek meşhurdur:

“Alışırsınız, alışırsınız...”

***

Unutulmaz Körfez Savaşı...

O'nun cumhurbaşkanlığına rastlamıştı…

“Bir koyup, üç alalım” diyerek...

Ordu'nun Musul ve Kerkük'e girmesini isteyince...

O günlerin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay görev süresi sona ermeden kendi isteği ile emekliye ayrıldı…

Bunu yaparken de...

Unutulacak gibi değil; istifa mektubuna şunları yazmıştı:

“İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete devamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum...”

***

Giyimiyle, konuşmasıyla, tavır ve hareketleriyle…

Gelmiş, geçmiş tüm Cumhurbaşkanlarından farklıydı…

Resmi programların çoğuna...

Kravatsız, keten pantolon, keten ayakkabı ve tişörtle katıldı…

Ne var ki...

Bir gün askeri birlikleri şortla denetleyince kıyamet koptu…

***

Turgut Özal, halk dilinde olduğu gibi…

Tonton, sevecen ve müşfikti…

Kolay kolay sinirlenmez ve kızmazdı…

Çok babacandı…

Ailesine karşı büyük zaafı vardı…

Gün geldi...

Eşi Semra Özal ve evlatlarıyla ilgili müthiş eleştiriler aldı…

Bir aileden başbakan, bakan ve cumhurbaşkanı çıkmıştı…

Doğru ya da yanlış konuşulmaması mümkün değildi…

Ne var ki...

O, ailenin de dikkatli olması gerekirdi…

***

Bu dünyaya vedası bile…

İnanılmaz bir olayı peşinden sürükledi…

12 günlük Türkistan gezisinden dönmüştü…

Seyahat boyunca çok yorgun olduğunu defalarca söyledi…

Pek sağlıklı sayılmazdı; by-pass ameliyatı geçirmişti…

Aşırı kiloluydu…

Ona rağmen…

Sabah sporu yaparken kalp krizi geçirdi…

Ne ilginçtir ki…

Çankaya Köşkü'ndeki doktor o gün izinliydi…

Kurtaramadılar…

Bir süre sonra, “suikast” diyenler çıktı…

Daha ileri gidip, “Limonatasına zehir koydular” bile dediler…

İddialar o denli yoğunlaştı ki…

Vefatından 19 yıl sonra kabri açıldı, otopsi yapıldı…

Adli Tıp Kurumu, zehir bulunduğunu…

Ancak Özal'ın zehirden mi, yoksa başka sebepten mi öldüğünü…

Tespit edemediklerini açıkladılar…

***

İslam dinin vecibelerini eksiksiz yerine getiren Turgut Özal…

İnançlı bir insandı…

Cuma namazlarına gider, orucunu tutardı…

Bir farkla…

“Cumhurbaşkanı şu camide Cuma namazı kıldı…” diye…

Haber yapılmasını asla istemezdi…

Dinin, Allah ile kul arasında, hassasS bir ilişki olduğunu söylerdi…

Dini, politikaya alet eden bir siyasetçi asla olmadı…

Atatürk'e…

O'nun ilke ve inkılaplarına candan bağlıydı…

Semra Özal ile el ele tutuşur; öyle gezerdi…

Ve, O'nu her şeyden çok severdi…

Semra Özal'ın şu sözleri unutulacak gibi değildir:

“Ülkeye hakiki anlamda laikliği Turgut getirdi ve insanların ufkunu açtı… Bana, (Muhafazakar Turgut Bey'in eşi olarak viski içiyorsunuz, kahkahalar atıyorsunuz, dans ediyorsunuz… Hiç mahalle baskısı olmamış mıydı?) diye soruyorlar… Kur'an da okurum, eğlenceye de giderim… Hem de Kur'anı Arapça okurum… Beş vakit namazımı kılarım ama bir davette viskimi de içerim… Hepsinin yeri ayrı… Sağlıklı yaşamak adına puroyu azalttığım söylenebilir…”

***

Bitiriyoruz…

Özal, Türkiye'nin çehresine değiştirdi…

Kimilerine göre…

Bu ülkeye çağ atlatmış…

Bundan 35 yıl önce…

Türkiye'yi dünyanın örnek alınacak ülkeleri arasına sokmuştu…

Nokta…

Hamiş 1: Turgut Özal, mühendis, bürokrat, siyasetçi, devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin “sekizinci cumhurbaşkanı” olarak tarihe geçti... Anavatan Partisi Genel Başkanı unvanı ile 1983-1989 arasında “başbakanlık” görevinde de bulundu... Ayrıca, 1989 seçimini kazanarak Cumhuriyet döneminde doğan ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla anılıyor...

Hamiş 2: Turgut Özal’ın eşi Semra Hanım, an itibarıyla 91 yaşında, eşi Turgut Bey’in anılarıyla yaşıyor... Evlatları Zeynep Özal 71 yaşında, kardeşi Ahmet Özal 69 yaşında ve Efe Özal da 57 yaşında...

Sonsöz: “Turgut Özal, tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi geldi ve geçti… O’nu tutamadık… / Anonim…”