Yarımadanın tamamı, ama özellikle Alaçatı ve Urla son dönemlerde ciddi dönüşüm geçiriyor, sürekli nüfusu artıyor ve popüler kentler listesinde ön sıralarda yer alıyor. Koyları, yeni ünlü yerleşimcileri ve pahalılığı ile sürekli gündemde olan yerler haline geldi.
Alaçatı Ot Festivali ve Urla Enginar Festivalleri döneminde günlük nüfus hareketi yüzbinleri buluyor. Cumartesi ve Pazar günleri belli saatlerde yola çıkarsanız, yolculuk çileye dönüşüyor.
En son Urla Enginar Festivali’nde de böyle oldu. Bu Festivalde söyleşiye katılan ünlü sinemacı ve edebiyatçı Ercan Kesal, konuşması sırasında Urlalılar’a, “Yerlerinizi satmayın!” diye tavsiyelerde bulunmuş.
Biliyorsunuz Ercan Kesal, Urla’nın Kuşçular bölgesinde bir arazi aldı ve burada, Urla Dam adında bir kültür merkezi kurdu. Ve İstanbul-Urla hattında yaşamayı tercih etti. İşte paradoksun ilk ayağını bu oluşturuyor.
İstanbullu (Metropollü) yeni orta sınıf mensupları, bir süredir Yarımada gibi, yarı kırsal ve tarihi mimari dokusu olan yerleri de ikinci bir yaşam alanı olarak seçiyorlar. Bu talebin yarattığı bir piyasa oluşuyor haliyle. Arsa, konut ve tarla fiyatları artıyor, ikili bir yaşam seçen ve refah düzeyi yüksek olan bu kesimlere yönelik yeni işletmeler, eski kasaba sokaklarını dönüştürüveriyor.
Ercan Kesal’ın Urla’yı neden tercih ettiğini anlattığı bir iki Youtube yayını izledim. Neden memleketi olan Avanos değil de Urla’yı tercih ettiğini… Bunların en önemli nedenlerinden biri diğer 34 plakalı araç sahiplerininki gibi benzer gerekçelere dayanıyor. Metropolden ayrı ama metropole ulaşım imkanları kolay olan yerler öncelik kazanıyor.
Çünkü bu çok yerli hibrit yaşamı tercih eden kesimler, aynı zamanda metropole de müptela kesimler. İstanbulsuz yapamazlar. Daha alt gelir gruplarından veya emekli memur/işçi olup, İstanbul’un tamamen terk edenler de var ama bunlar, Yarımada veya Edremit Kazdağları gibi bölgelerdeki dönüşümün esas dinamiğini oluşturmuyorlar.
Sınıfsal ayrıcalığını korumak ve güvenlik obsesyonu ile bu bölgelerde yeni elit gettoları oluşturanlar da var şüphesiz. Bunların en bilineni Port Alaçatı’dır ama başka özel güvenlikli yüksek duvarlı özel siteler de bulunmaktadır Yarımadada.
Tabii ki, Yarımada eski tütüncü kasabaları ve köyleri olarak kalamazdı. Ancak pek de planlı bir şekilde dönüşmediği de açık. Sadece piyasa taleplerine yönelik imarcı anlayış ile marka kentler oluşuyor ama bu marka kentler, tarihi ve kültürel vasıflarını yitirme tehlikesi de yaşıyor.
Belediyeler ve Hazine’nin (TOKİ marifetiyle) her yer satılık, her yer kiralık yaklaşımı ile mekânsal dönüşüm sağlanıyor. Ortak kullanım alanları ile tarihi ve doğal doku ise bu uğurda feda edilebilir yerler olarak görülüyor. Yeter ki turist ve müşteri gelsin. Bu furyaya yurttaşlar ve bazı müteahhitler de kaçak yapıları artırarak da katkı yapıyorlar.
Ercan Kesal öncülüğünde Kuşçular’daki kurulan Urla Dam ile Zeytinlerde, Dr. Levent Köstem tarafından kurulan Köstem Zeytinyağı Müzeleri, aslında devletin ve belediyelerin arsa ve imar telaşıyla ihmal ettikleri girişimler.
Bu dönüşüm planlı ve öngörülü yerel yöneticilerin inisiyatifinden yoksun gerçekleştiği için serbest piyasanın insafına kalmış bir yapılaşmaya yol açıyor.
Bu yazı çok uzun ama makul düzeyde sonlandırmak için, bu işin dinamiği ve paradoksu için birkaç gözlemle bitirmeye çalışalım.
İstanbullu yeni orta sınıfların yoğun ilgisi, Yarımada’daki hızlı dönüşümünün, soylulaştırma olarak gerçekleşmesine neden oluyor. Pahalılık ve piyasa koşullarına uyum sağlayamayan yerli halk, mevcut mekanlarda barınamaz hale geliyor.
Urlalılar’a, “Tarlalarınızı ve evlerinizi satmayın” diye tavsiyede bulunan Ercan Kesal, bunu iyi niyetle yapıyor kuşkusuz. Yerli halkın buralardan sürülmemesi gerektiğini düşünüyor.
İşte başka bir paradoks daha. En son izlediğim Ercan Kesal Youtube videosunu yapan Emlak Rehberi adında bir firmaydı. Yani emlakçı. Bu videoda, Ercan Kesal’ın neden Urla’yı tercih ettiğini anlatması bile emlakçılar için bir reklam malzemesine dönüşüveriyor.
Yani Ercan Kesal ve benzeri bazı aydınlar, yerli halka “Satmayın” derken, buraların değerinin sadece emlak değeri olmadığını anlatırken de ister istemez bölgenin cazibesinin artmasına dolaylı olarak katkı yapıyorlar.