Dünyanın en kibar sürücüleri sıralaması açıklandı ve sürpriz! Türkiye, DiscoverCars.com’un araştırmasına göre dünya çapında en nazik sürücülere sahip üçüncü ülke olarak ilan edildi. Evet, yanlış okumadınız! Trafikte küfürlerin havada uçuştuğu, selektör ve kornanın ana iletişim aracı olduğu, “sana yeşil ama bana da yeşil” felsefesinin benimsendiği ülkemiz, kibarlıkta dünya üçüncüsü!
Bunu tamamen bir turistik atraksiyon olarak kabul ve devam ediyorum.
Listenin zirvesinde Kıbrıs var. Demek ki, turistler Kıbrıs kıyılarında huzur içinde araba kullanırken, yanlarından geçen yerel halkın kendilerine gülümseyerek yol verdiğini düşünüyor. İkinci sırada ise Yeni Zelanda var. Orada zaten koyunlar trafiğin asıl yöneticisi olduğu için insanlar ister istemez sakinleşmek zorunda kalıyor.
Peki, Türkiye nasıl üçüncü oldu? Muhtemelen turistler yanlış yöne girip ters şeritten gelen bir dolmuşun, kornaya abanmak yerine, sadece el hareketleriyle iletişim kurmasını “nazik bir uyarı” olarak yorumladı. Ya da kuryelerin arabaların arasından süzülerek geçerken sürücülere nazikçe “bak ben buradayım” demesi bir artı puan kazandırdı.
Ya da motosikletlilerin bozuk ve patlak egzozlarını sonuna kadar açıp, katırı şaha kaldırır gibi gitmelerini turistler saygı duruşu olarak anlamış olabilir. Hatta belki de bu gürültülü gösteriyi, kadim bir Anadolu selamlama ritüeli sanıp ellerini gönülden kavuşturuyor, içlerinden ‘Ne kültürel bir zenginlik!’ diye geçiriyorlardır. UNESCO yetkilileri ise bu eşsiz akustiği koruma altına almak için sıraya girmiş olabilir mi?
İşi şakaya vurmamak elde değil.
Şehir rehberlerinde artık, ‘Her akşam 19.00 sularında, yerel motosiklet sanatçılarının sunduğu “Egzoz Destanı” performansına şahit olabilirsiniz’ diye bir not olmalı. Hatta belki de bazıları, sesin frekansını analiz edip ‘Bu tını, 432 Hz titreşiminde, çakraları açıyor’ diye YouTube’da belgesel bile çekmiştir!
Ve elbette, motosikletliler de bu durumu fark edip, ‘Vay be, biz aslında kültürel bir misyon üstlenmişiz’ diyerek, egzozlarını daha da fazla patlatıp medeniyete hizmet etmeye devam ediyorlardır. Çünkü bir şehrin ruhu, en çok yankılanan sesinde gizlidir!
Bayraklı tünellerinde ölümlü yaramalı kazalar… Ders alan var mı?
Ne zaman eşimin kullandığı otomobille Bayraklı tünellerinden geçsek, mutlaka tünel içinde makas atmaya çalışan birkaç yetenek abidesi görüyoruz. Ben “öküz!” diye bağırıyorum, bir hayvansever dostu olan eşim bana kızıyor. Sevmiyorum ama küfrün şeklini değiştiriyorum. Sakin bir kadın sürücü gördüklerindeonu korkutmak için her şeyi yapmaya hazır bu herifler için yeni küfürler arayışındayım.
Belki de mesele şu: Türkiye’de trafik, sinir katsayısını artıran değil, insanın içindeki Zen ustasını keşfetmesini sağlayan bir deneyim.Mesela eminim ki İstanbul ve son yıllarda İzmir trafiğinde direksiyona geçen herkes, sabır, iç huzur ve meditasyonun gerçek anlamını öğreniyor. Bu kadar zor bir ortamda bile hayatta kalan, üstelik bunu bir gülümsemeyle yapabilen herkes gerçekten de nezaketi hak ediyordur!
***
Yaz aylarında Çeşme’de öyle mucizelere tanık oluyoruz ki, sanki trafik kurallarına uyma bilinci değil, bir tür kameraya yakalanmama sanatı gelişmiş. Normalde kırmızı ışık, emniyet şeridi ya da hız limiti gibi kavramlara ‘kişisel tercihler’ olarak yaklaşan sürücüler, bir kamera görünce aniden kanunlara saygılı, toplumun bilinçli bireyleri oluveriyor.
Hatta belki de bu, bir çeşit refleks haline gelmiş durumda. Plaka tanıyan bir sistem gördüklerinde, adeta otomatikman ‘Trafik Kuralları 101’ ders kitabından fırlamış gibi davranıyorlar. Keşke tüm yolları maket kamera direkleriyle donatsak da bu örnek vatandaşlık halleri dört mevsim devam edebilse! Ne de olsa trafik bilinci, içten gelen bir sorumluluk değil, yalnızca optik bir algı meselesi!
Yaz aylarında Çeşme’de yaşananları başka bir yazıya bıraktım.
Ve hemen her gece Bostanlı ve Mavişehir, adeta bir ‘sokak yarışları olimpiyatlarına’ ev sahipliği yapıyor. Sahilde yürüyüş yapanlar, manzaranın keyfini çıkarmak yerine, egzoz patlamaları eşliğinde hız rekabetine girişen ‘modern gladyatörlerin’ gösterisini izlemek zorunda kalıyor. Yedikleri küfürler yanlarına kâr! Çünkü onlar için yollar, ulaşım aracı değil, kişisel egolarını sergilemek için hazırlanmış pistlerdir!
Sidik yarıştırır gibi araba sürüş yeteneklerini kıyaslayan bu hız tutkunları, sanki her an F1’den transfer teklifi alacakmışçasına gaz pedalına yükleniyor. Belki de bu bölge, gizli bir yetenek avcısı tarafından izleniyor ve ‘Mavişehir’in Şimşek McQueen’i’ seçilecek!
Trafik kurallarını takmamak mı? O sadece sıradan ölümlüler için! Onlar, rüzgârın oğulları, asfaltın efendileri! Dile kolay, 50 km hız sınırı olan yolda 150’yle giderken bir yandan yanındaki yarışmacıya yan gözle bakıp, ‘Daha hızlısı var mı?’ bakışı atmak da bir meziyet tabii!
Bu memlekette herkesin acelesi var kimsenin sabrı yok!
Bu yazıyı yazarken gerçekten insanın içi sıkışıyor, o nedenle biraz da dalgaya vurdum. Türkiye’de trafik sadece bir ulaşım meselesi değil, adeta bir psikolojik savaş alanı gibi.
Kurallara uymamanın ve trafikte agresif davranmanın birçok sebebi var.
Mevzuyu bir psikiyatrist arkadaşımla konuştum.
Birinci sorun “Bireysel Üstünlük Algısı” dedi. Özellikle erkek sürücüler arasında “en iyi şoför benim” anlayışı çok yaygın. Kurallara uymak bir zayıflık gibi görülüyor, o yüzden makas atmak, hız yapmak, diğerlerini sollamak bir güç gösterisi hâline geliyor.
“Toplumsal Kuralsızlık Alışkanlığı” da büyük dert. Türkiye’de maalesef “kurallar çiğnenmek içindir” anlayışı çok yaygın. Trafikte de bu kültür devam ediyor. Kimse ceza almadığı sürece yanlış bir şey yaptığını kabul etmiyor.İnsanlar trafikte gördükleri davranışları bilinçaltında model alıyor. Eğer sürekli makas atan, kırmızı ışıkta geçen, yayaya yol vermeyen sürücüler görürseniz, bu size de normal gelir. Özellikle yeni sürücüler bu davranışları taklit ediyor.
“İyi şoför olmak” hızlı gitmek, agresif olmak, diğerlerinden üstün hissetmek değil; kurallara uymak, dikkatli ve sabırlı olmak, başkalarının haklarına saygı göstermek demek. Ama bunu anlatmak ve yaygınlaştırmak gerçekten zor.
Baştaki araştırmaya dönersek, bu araştırmayı yapanların Türkiye’de gerçekten araba kullanıp kullanmadığını merak etmeden duramıyoruz. Çünkü bir araştırmacı, yalnızca teorik bilgilerle değil, her gün büyük şehir trafiğinde varlık gösteren bir sürücü ruhu ile olgunlaşır, değil mi? Yoksa şehirdeki ‘kara kara düşünmeye’ devam ederken, trafik ışığının yeşile dönmesini beklemek mi gerekiyor?
Yine de, ne diyelim… Tüm sürücülerimize bol nazik, bol hoşgörülü ve mümkünse selektörsüz günler!