Öfkeniz bizim için çok değerli… Dijital dünyanın yeni çağrısı… Oxford’un 2025 için “Yılın Kelimesi” olarak seçtiği kavram, çağımızın gerçeklerini suratımıza söylüyor:“ragebait”, yani öfke tuzağı. Evet, yanlış duymadınız. Artık öfkemiz, teknoloji şirketlerinin gözünde petrol kadar değerli bir kaynak. Belki de yakında borsada işlem görmeye başlar: “Bugün öfke endeksi, akşam saatlerinde yayılan bir video sonrası yüzde 14 yükseldi.”
Ne de olsa sosyal medyanın altın kuralı yıllardır değişmiyor. Bir insanı 4 saniyede mutlu etmek zor, ama 2 saniyede sinirlendirmek çocuk oyuncağı.
Ve öfke, dijital dünyanın en hızlı akan nehri. Karadeniz’in hırçın dalgası gibi, saniyeler içinde yayılır, köpürür ve sonunda kimin suyu kime çarptığı bile belli olmaz.
Bir içeriği neden paylaşırız? Çünkü sinirlenmişizdir.Bugünün sosyal medya algoritmalarının mantığı şöyle işliyor:Seni güldürmeye çalışan içerik… “Hmm, fena değil.”Seni bilgilendirmeye çalışan içerik…“Daha sonra okurum.”Seni 3 saniyede çileden çıkaran içerik… “Bu ne yahu!” Tıkla, paylaş, yorum yap, arkadaşına gönder, bir daha paylaş…
Algoritmalar için bu, adeta piyango bileti. Çünkü öfke sizin ruh hâlinizi bozuyor olabilir ama onların gelir tablosunu şenlendiriyor. Haliyle, bu sisteme içerik üretenler de oyunu anlamış durumda… Kimse artık “mutlu edeceğim” diye uğraşmıyor.Ama “yakacağım, tutuşturacağım” diye pek çok kişi tetikte.

RageBait’in Anatomisi
Oxford açıklamasından okumaya devam ediyorum. Ragebait, tıpkı ucuz bir televizyon dizisinin repliği gibi basit ama etkili bir formüle dayanır… Bir konu seç. Mümkünse toplumun hassas noktalarından biri olsun.Gerçekleri biraz bük. Gerekirse düğüm at.Başlığı çarpıcı yap: “Kimse konuşmuyor ama…”İzleyiciyi bir güzel doldur.Sadece geriye çekil ve öfke patlamasını izle.
Her şey matematik kadar net.Bu içerikler gerçek olmasa da olur; yeter ki tepkisel olsun.
Dijital mahalle kahvesinde yeni sohbet konumuz. Eskiden mahalle kahvesinde en büyük kavga, “derbinin kralı kim” tartışmasından çıkardı. Şimdi ise dijital kahvede kavga hiç bitmiyor; çünkü her masaya bir “ragebait” bırakılmış durumda. Herkes kendi masasındaki kıvılcımı körüklüyor. Kimse bir an durup “Ya bunu kim yazmış?” demiyor. Zaten yazanın kim olduğunu bilmek de pek bir işe yaramaz; çoğu zaman o yazı, bir insan tarafından bile yazılmamıştır.
Ama belli ki insanlar kışkırtılmayı da seviyor.Daha doğrusu, farkında olmadan buna sürükleniyor.Birisi bizi kızdırdığında verdiğimiz tepki, sosyal medya ekonomisinin en çok aradığı şey aslında.Bedava emek.
Tıklıyoruz, yazıyoruz, yorum yapıyoruz, izliyoruz.Sonra dönüp bakıyoruz; “Tüm bunları niye yaptım?”Cevap çok net. Çünkü birileri bizi ustalıkla tuzağa çekti.
Oxford’un Uyarısı: “Bakın, Sizi Kullanıyorlar”
Oxford’un bu kelimeyi seçmesi, aslında bir akademik şaka değil. Bir kelime seçilmekle kalmadı, aynı zamanda bir uyarı gibi:“Bu içeriklerin çoğu sizi bilgilendirmek için değil; sizi kullanmak için yazılıyor.”
Bu çağrının altındaki imza, dijital kültürün geldiği noktaya dair kaygı taşıyan herkesin imzasıdır aslında. Çünkü öfke köpürdükçe sağduyu çekiliyor. Tartışma kültürü yok oluyor. Herkes haklı, herkes saldırgan, herkes birilerine ateş püskürüyor.
Ragebait’i etkisiz kılmanın yolu aslında sandığımızdan daha basit. Öfkelendiğiniz anda bir durun. Nefes alın. “Bu içerik kim için, neden yaratılmış?” diye sorun. Biraz düşünün: Sizce gerçekten sizi bilgilendirmek için mi üretilmiş?
Bu soruyu sormaya başladığımız an, tuzak cazibesini kaybetmeye başlar.Ama elbette bu öneri bir ütopya gibi görünebilir. Çünkü hepimiz insanız; bazen bir manşet bütün öz denetimimizi darmaduman edebilir. Önemli olan, bu manipülasyonun farkında olarak ilerlemek.
Ragebait dijital çağın “sadece sinir bozmak için arayan” telefon numarası gibi.Ama artık numarayı biliyoruz.Açıp açmamak bizim elimizde.