Osmaniyeli diyorum ama O, Bahçeli ile hemşeriliğine vurgu yapmak için, “Piskevitland” olarak tarif ediyor memleketini. Tabii çok zamandır Avusturya’da yaşadığı için, uzun yıllar Piskevitland’a ziyarete bile gelememişti. Yasaklı konumundan dolayı.
Gelelim Papazlığına. 1980 darbesi sonrası yurt dışına çıkıyor. Siyasi nedenlerle... Sonra orada yaşamaya, çalışmaya başlıyor. Diğer devrimci arkadaşları gibi.
Derken 90’li yıllarda başlayan ve son yıllarda da daha belirgin hale gelen bir eğilim başlıyor. Yurt dışında yaşayan devrimci ve solcular, önceleri siyasi faaliyetlerini devrimci ve sol örgütlerde sürdürürken, giderek kimlik siyaseti gelişiyor.
Sovyetler’in yıkılışı ve sosyalist ideolojinin krizi sonucu, sol ve sosyalist partiler ve derneklere ilgi azalıyor. Tek neden bu değil tabii. Sınıfsal yapıdaki dönüşümler ve küreselleşme de bu dönüşümde rol oynuyor.
Sınıfsal mücadelenin gerilemesiyle kimlik dayanışması yükseliyor. Türkiye metropollerdeki gibi, yurt dışında da yöre dernekleri ve mezhep dayanışması siyasal alanı kaplamaya başlıyor. Devrimci dernekler ortadan kalkarken, Kürt ve Alevi Dernekleri giderek yayılıyor.
Hatta utangaç devrimcilerin bir kısmı, mezhep kimliğini tek başına öne çıkarmak yerine “Devrimci Aleviler” adında dernek de kuruyorlar. Onlar daha zayıf bir kanat gibi. Ama yurt dışındaki eski solcuların büyük bölümü artık sosyalizmden ziyade, Alevilik ve Kürt kimliği etrafında örgütlenmeye başlıyorlar. Tabii, bunun için egosantrik(benmerkezci) bir anlayışla, benimsedikleri etnik ve mezhepsel kimliğin/kültürün teorisi ve teolojisinde yoğunlaşmaya başlıyorlar.
Aynen Türkiye’deki gibi Alevilik, cemaatleşerek Aleviciliğe evriliyor. Geleneksel kalıplarını koruyamasa da postmodern kabilecilik şeklinde yeniden üretiliyor.
İşte bizim Osmaniyeli Mustafa Kemal Çelikkıran’ın papaz oluşu böyle bir dönüşümün ürünü. Eski devrimci arkadaşları ile tartışmalarında inanç ile Marksizm arasındaki uyumsuzluğu kafaya takıyor. Hem Marksist hem Aleviciliğin çelişkisini anlatmaya çalışsa da başarılı olamıyor.
Devrimci şefler “Dede”liğe soyununca o da, ben de artık “Papaz” olmaya karar verdim diyor. Papaz kıyafeti giyip, ortalıkta boy veriyor. “Hak, Muhammed, Ali” yerine O, “Baba, oğul ve kutsal ruh” üçlemesini tercih ediyor. Onunki eleştirel bir tutum ve eylem tabii.
Osmaniyeli Papaz, Viyana yakınlarında yaşayan bir işçi. Emekliliği yaklaştığı için, çalışma günleri üç güne inmiş. Dört gün kendine ait. Ama maaşı değişmemiş. Aradaki farkı devlet destek olarak ödüyormuş.
Havalar nasıl muhabbetine girince, küresel ısınma ve mevsimsel kaymadan söz ettik. “Eskisi kadar soğuk geçmiyor kışlar” dedi. Hatta buna ilişkin ilginç de bir örnek verdi.
Ukrayna, Rusya savaşı nedeniyle doğal gaz tedarikinde sıkıntılar yaşanınca, devlet, yurttaşlar elektrik ile ısınmak zorunda kalacaklar diye, her yetişkin için elektrik şirketine para yatırmış. Ve bu ay havalar güzel olduğu için, kendine ayrılan bütçenin tamamını kullanmadığı için, bizim Osmaniyeli Papaz’ın hesabına 520 Euro para iadesi yapılmış.
Avusturya Anayasası’nda, “sosyal devlet” tanımı yok diyor bir de.
Daha önce belediye başkanı ve şimdi milletvekili olan bir arkadaşına takılıyor günün birinde. “Sen süper emeklisin tabii” diye. Milletvekili itiraz ediyor. “Ben kendi yatırdığım primler ile emekli oldum. Bizde milletvekilliğinden emekli olmak diye bir şey yok” demez mi? Yani milletvekilliği meslek değil, geçici bir temsil görevi olarak kabul ediliyormuş.
Bunları alt alta sıralayınca anlıyorum, “Avrupa’nın bizi niye kıskandığını”...