Kalabalık değil...
İnsan seli...
Hava güzel...
Minikler babalarının omuzlarında...
On yaşından itibaren ne kadar arkadaşı varsa...
Hatta...
Koluna giren aşkına...
Kıskandıra kıskandıra...
O fotoğrafı gösterecek ve şöyle diyecek:
“Anıtkabir’e, ilk kez annemle babam götürmüştü... Hiç unutmuyorum...”
Gözleri nemlendiren cevap...
Bu millet’in...
Atası’na “sessiz” ifadesidir...
Şarkılardaki gibi...
“Ömür boyu sürecek...”
***
Önce baba bir soru...
Atatürk...
Ebedi istirahatgahına (Anıt Kabir) taşınalı 72 yıl olmuş...
İnşaat 9 yıl sürdü...
Emsalsiz bir anıt çıktı ortaya...İ
İlk günkü ziyaret kabulündan bugüne...
Geride kalan 72 yılda...
Atası’na aşk’la koşarken...
Gözyaşlarının sicim gibi yanakları ıslattığı özel günlerde...
Atatürk’ü yaşamak kadar...
Olağanüstü bir haz olabilir mi?
“Bir (Millet’in Minneti) işte böyle olur dedirtmiyor mu?”
***
Yıllar su gibi aksa da...
Tanrı izin verdiği müddetçe...
Dört nesil...
Büyük baba... Büyük anne... Oğullar... Kızlar... Anneleri... Babaları... Gelinler... Damatlar... Ve tabii ki, çocuklar ve torunlar...
Koşar adım gidecekler Anıtkabir’e?
Nedeni iki kelimedir ve...
Bunun adı; aslında bir “kalp emri”dir...
***
Bugün, bu köşede...
“Atatürk Aşkı”nın büyüsünü ve dahi minnet sırrını...
Ege’de SonSöz’ün yazarlarından...
Metin Öney büyüğümüzden rica ettim...
Söz ve kalem...
Sayın Metin Öney’de...
Ve...
Diyor ki, Metin Ağabey:
***
10 Kasım saat 9'u 5 geçe...
Türkiye'de “iki dakika” sirenler çalıyor ve...
Saygı duruşunda bulunuyoruz...
Peki, hangi hallerde “siren” çalar?
1) Polis bir olaya gitmektedir içimizde bir kaygı vardır endişe vardır... Acaba olay nedir?
2) İtfaiye yangını söndürmeye sirenleri çalarak gider... Yine bir endişe, bir kaygı vardır... Acaba yangın büyük mü, söndürülebilecek mi?
3) Ambulans hastaneye siren çalarak gider yine içimizde bir endişe vardır acaba hasta ağır mı; keşke yetişebilse...
Oysa...
10 Kasım, saat 9’u 5 geçe iki dakika çalan sirenlerde...
Elbette O’nu kaybettiğimiz için içimizde bir üzüntü var...
Ancak, esas olan içimizdeki sınırsız coşkudur... Aslında tüm Türkiye'de coşku vardır... Herkes ayakta esas duruştadır... Bu coşku böylesine muhteşem bir insanın, Türk milletinin içinden doğduğu için yaşamaktadır…
***
Atatürk'le aynı dönemlerde yaşamış...
Pek çok yabancı devlet adamları vardı...
Şimdi bunlardan hiç biri hatırlanmıyor...
Pek çoğunun kabrini ziyaret etme imkanım oldu...
Kremlin’de Lenin’i, Washington D.C.'de Abraham Lincoln’i, Fransa’da Charles de Gaulle’ü ve diğerlerinin mezarlarına gittiğimde üç kişi- beş kişi ya var ya yok... Oysa Anıtkabir'i her gün binler ziyaret ediyor...
(Buraya bir parantez açalım; dün 23 Nisan’da Anıtkabri ziyaret eden sayısı 7 milyon... 2024’teki ziyaretçi sayısı 6 buçuk milyondan fazla... 2023’teki ziyaretçi sayısı 6 milyon...)
***
Geçtiğimiz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda...
İzmir Kadın Kuruluşları Birliği...
Yaşları “9 ile 11” aralığında olan ve daha çok...
Varoşlarda (dış mahalleler) yaşayan çocuklar arasında...
Bir yarışma düzenledi...
Yarışmaya 250 çocuğumuz katıldı...
Ben de jüri üyesi olarak görev yaptım...
Kağıtlarımızın tamamını okuduk...
Hepsi birbirinden güzeldi ama bir kız çocuğunun yazdıkları...
Beni çok etkiledi...
Çocuk şöyle yazmıştı:
“Atatürk'e olan sevgim kara sevdaya dönüşmüştür... Hiç kimse benim bu sevdadan vazgeçmemi isteyemez...
Vazgeçmemi teklif dahi edemezler...”
Bu son cümle...
Anayasa’nın dördüncü maddesinde hayat bulan o cümle...
“İlk üç maddenin değiştirilmesinin...
Teklif dahi edilemeyeceğine dair “hükmün özelliği”ni...
Bu kız çocuğu nereden öğrenmiş ve de...
Atatürk'e olan “sevdasına” nasıl da uyarlar hale getirmiştir?
***
Dünyada üç büyük devrim vardır...
Bunlar “Fransız Devrimi”, “Rus Devrimi” ve...
Atatürk'ün yarattığı...
“Türkiye’nin Aydınlanma Devrimi”dir...
İlk ikisinden artık eser bile kalmadı...
Oysa Atatürk'ün “Türk Devrimi” hala yaşıyor ve...
Ebediyen de yaşayacaktır...
***
Zaman zaman...
Atatürk'e karşı...
Olumsuz fikirler ve davranışlar sergilendiğine tanık oluyoruz...
Hukuk’ta bir hüküm var, der ki: “Eşya sıkıştıkça genişler örnek olarak da hamur avucun içine alınır da sıkıştırılırsa parmakların arasından fışkırır... Hortumun ucu su akan hortumun ucu ile sıkıştırılırsa suyun itme gücü daha da artar...” İşte Atatürk'e karşı yapılan olumsuz davranışlar aslında O’nun kalplerimizde daha da büyüyen yer etmesine daha da sevmemize ve o çocuğun deyimiyle “kara sevda”ya dönüşmesine yol açmaktadır... Bu da ziyaretlerle anlaşılmaktadır...
***
Bitiriyoruz...
Bütün bunlara ilaveten “Atatürk kimdir?” diye sorulsa...
Birer cümlelerle şöyle ifade edebiliriz:
“Cumhuriyet’in yaratıcısı, devrimlerin mimarı, söz sanatının büyüleyici ustası, kültür devrimcisi, laikliğin ufuk açıcı öncüsü, insan sevgisini yücelten barışçı, 20 yüzyıl aydınlanmasının bilge kahramanı, sömürgeciliğe karşı savaşın öncüsü, yenilmez asker... Yaklaşık 100 sene önce tenis maçı izlerken fotoğrafı var... Yüzerken fotoğrafı var... Sahilde kumda otururken fotoğrafı var... Kürek çekerken var, ata binerken fotoğrafı var... Konser izlerken var... Zeybek oynarken var... Dans ederken var... Salıncakta sallanırken var yemek yemesi bir ihtişamdır 22 sene cephelerde kalmış bir insanın bu kadar güzel çatal kaşık kullanmasını ne zaman ve nerede öğrenmiştir? Ve dua ederken fotoğrafı var…”
Sonsöz: “Ölmüş gibi düşünsek bile bu vatan ölmez.. Zira dünyanın sırtı bu tabutun büyüklüğünü çekemez...” / Atatürk, TBMM’nin Üçüncü Yasama Yılını açarken yaptığı konuşmayı bu cümle ile bitirmişti...”
Özel Not: “Bütün bu sebeplerle sevgimiz sevdaya; sevdamız da kara sevdaya dönüşmüştür...” / Metin Öney: 20. Dönem İzmir Milletvekili, Ege Karadeniz Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı ve yazarımız...”