Cumhuriyet devriminin radikal kararlarla sarsa sarsa ayağa kaldırdığı kentlerde, herkes demeye dilim varmıyor ama çoğunluk kendisi olmaktan ziyade öykündüklerine benzemeyi tercih etti.
Benim kuşağımda ise bu kendisi olamama haline bir de devrimci öykünmenin rol modelleri eklendi.
Bu öykünme arzusunun, batılılaşma sürecinin satıhta seyri sonucu ortaya çıkan yetersizlikten veya her şeyin ucuzuna teşne olma halinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Öyle veya böyle, kendisi olmama durumu beni oldum olası rahatsız etmiştir. Fakat bilirim ki ülkemde kişiliksiz davranmak, gündelik hayatın bütün alanlarına sirayet etmiştir ve yadırganmaz.
Kent yaşamını kuşatan öykünme ve kendisi olmama hali daha lise yıllarında ilgi alanıma girmişti. Belki de bu yüzden, milletler ve karakterler üstüne yazılmış bir kitabı okuduğumda milli duygularım ayağa kalkmadı, ama bu meseleden duyduğum rahatsızlıkla, sömürge gibi yönetilen toplumlarda karakter sorununu anlamak için okumaya yöneldim.
Öykünmeci kültürden rahatsızlık duyduğumdan olabilir; Amerikan hayali, Avrupai olmak, Arap hayranlığı, Moskova hayranlığı gibi 'kendini öykünerek yaratmak arzusu' bana hep çok itici geldi. Toplumun dokusuna ve geleneği temsil eden her şeye yabancı gibi durmak, kadim olanı koşulsuz yadsıma eğilimi, benim indimde, kişilik yetersizliğinin tezahürüdür.
Yabancı dil bilmeden kendisini yabancı bir dilde ifade eden insanların toplumu olmak için nasıl bir tarih ve kültür mirasına sahip olmak gerekir?
Okumadan bilmek için nasıl bir akla sahip olmak gerekir?
Üretmeden kazanmak için nasıl bir ahlaka sahip olmak gerekir?
Bu ve benzeri soruların yanıtlarına ulaştıkça bende oluşan kanaat; Karakter oluşumunda iç dinamikler yeterince çalışmıyorsa, kişiliksizlik kaçınılmaz oluyor.
Şimdi, durduk yerde, bunları yazmak nereden aklıma geldi? Bunu ben de kendi kendime sordum.
Dört yıldır düzenli olarak, kendi halimde, bu köşede yazıyorum. Elbet de sadece yazmıyorum; basını izliyorum, sosyal medyada olan biteni izliyorum, ilişkileri gözlemliyorum, tepkileri okuyorum… Okuduklarım, izlediklerim, gördüklerim, bildiklerim; kişilik ve karakter oluşumuna dair taşıdığım olumsuz fikirleri yeniden depreştirdi. Çok uzun zamandır bu düşüncelerimi özenle bastırıyordum. Demek ki yazmanın vakti gelmiş…
Hazin ama gerçek, bu ülkede hemen hemen bütün sosyal guruplarda aynı zafiyet var; Güce tapma. Bilmem farkında mısınız, toplumda, ne söylendiğinin hiçbir önemi yoktur; asıl olan, kimin söylediğidir. Ülkemde, söyleyenin kim olduğuna bakarak söze değer biçiliyor. Tipik şark kafası…
Adil olmak gibi bir kaygı taşıyan yok; herkes ne alıp vereceğinin hesabında. Alkışlar, takdirler, paylaşımlar, açıklamalar hep aynı kaygıyı taşıyor; Ya bir çıkar ilişkisi, ya da güç aktarma beklentisi… Bilgi çoktan buruşturulup çöpe atılmış, hiçbir değeri yok…
Eleştirinin de haysiyeti kalmadı; çoğu kez, salt yıkmak için eleştiri yapılıyor. Yarım yamalak bilgisiyle ukalalık yapanların sayısı hiç az değil. Okumadığı, bilmediği konularda ahkam kesen insanları hiç konuşmayacağım. Hele o doğru dürüst Türkçe yazamayan, konuşamayan ulusalcılar, milliyetçiler… Konuştuğu dile sahip çıkmaktan acizler ama milli değerlere pek bir düşkünler…
Aynı nedenlerle rahatsızlık duyduğum bir diğer konu ise, şu hidayete erip de Erdoğan ve AKP karşısında yer alanlara gösterilen itibardır. Bir zaman önce söylediklerinin tersini söylüyorlar ve sol cenahta alkış alıyorlar. Üç gün sonra, ben yine yanılmışım diyerek yeniden yön değiştirdiklerinde ne olacak, merak ediyorum.
Sonuç itibarıyla, hiç değilse sol cenahta durum biraz daha iyidir diye düşünüyordum ama artık biliyorum ki aynı kişiliksizlik, aynı karakter zafiyeti her yerde… Bileşik kaplar meselesi… Her şeyin ucuzuna ve kolayına teşne olmak, toplumu sarmış sarmalamış.
Sorunları vardı ama ülke bu kadar zavallı durumda değildi. Son otuz yılın eseridir bu büyük tükeniş.
Seksen darbesinin yol açtığı travma toplumsal alanı altüst etti. Sağcısı, solcusu, devrimcisi, dindarı, kim var kim yok herkes gösteri ve tüketim toplumunun sadık bendesi oldu. Ve bu bendelerde seviye yerlerde sürünüyor. Para ve tüketim yaşamın biricik ereği oldu.
Gündelik hayatta elan sürmekte olan bu rezil gösteri, başımıza gelenlerin nedeni olduğu gibi bundan sonra geleceklerin de habercisidir.