Sanat yazılarıma bu hafta izleyici konumundan devam etmek istiyorum. Geçen hafta Tate Britain Sanat Müzesinde ayrıntılı inceleme olanağı bulduğum fotoğraf sanatçısı Lee Miller bana sanat izleyicisi olmanın önemini bir daha anımsattı ve bu hafta bunu vurgulamanın önemini hissettim. İzmirli ressam ve eğitimci E. Oktay DEĞİRMENCİ ile bu konuyu paylaştığımda Değirmenci bana konuyu ayrıntılarıyla açtı.

Yalnızca Yetenek Temelli mi?

Şöyle diyor Değirmenci: “Türkiye’de sanat eğitimi uzun yıllardır “yetenek temelli” bir alan olarak görülüyor. Oysa sanat eğitimi yalnızca resim yapmak ya da heykel üretmekten ibaret değildir; estetik algıyı, eleştirel düşünmeyi, kültürel farkındalığı ve yaratıcı bakış açısını besleyen çok yönlü bir süreçtir. Bu nedenle bir ülkenin yalnızca sanatçı yetiştirmesi yeterli değildir; aynı zamanda nitelikli bir sanat izleyicisi kitlesine de ihtiyaç vardır. Çünkü güçlü bir izleyici kültürü, sanatın günlük yaşamın doğal bir parçası olmasını sağlar.

Bugün Türkiye’de müze ve galeri ziyaretlerine baktığımızda, sanatla düzenli temas kuran çocukların çoğunlukla özel okullardan geldiğini görüyoruz. Kamu okullarında ise hem program yoğunluğu hem de ekonomik sınırlılıklar nedeniyle öğrenciler sanatla çoğu zaman yalnızca ders kitaplarında karşılaşıyor. Oysa iyi bir sanat izleyicisi olmak doğuştan gelen bir yetenek değil; tekrarlı temasla, rehberlikle ve doğru pedagojik yöntemlerle gelişen bir beceridir.

Dünyadaki Uygulamalar

Dünyadaki uygulamalar bu konuda başarılı modeller sunuyor. Finlandiya’da öğrenciler her ay müze gezisine çıkarılıyor ve bu ziyaretler doğrudan müfredata dahil ediliyor. Japonya’da erken yaşta başlayan heykel dersleri, çocuklara sabır, algılama ve odaklanma becerisi kazandırıyor. Fransa’da her öğrencinin eğitim sürecinde en az on müze ziyareti zorunlu tutuluyor. ABD’de MoMA’nın programları ise öğrencilerin sanatçılarla birebir çalışarak yorumlama ve ifade becerilerini geliştirmesine imkân tanıyor.

Türkiye’de de benzer bir kültürü oluşturmak için örnek alınabilecek başarılı kurumlar bulunuyor. İstanbul Modern, çocuklara ve gençlere yönelik atölyeleri, öğretmenlere özel geliştirdiği eğitim programları ve düzenli rehberli turlarıyla sanatla temasın sürekliliğini sağlayan etkili bir model sunuyor. Aynı şekilde İzmir Arkas Sanat Merkezi, sergi temelli eğitim paketleri, yaratıcı drama destekli turlar ve okul grupları için hazırladığı içeriklerle öğrencilerin sanatsal düşünme becerilerini geliştirmeye katkı sağlıyor. Bu kurumlar, dünyadaki örneklerle benzer şekilde müzeyi yalnızca eserlerin sergilendiği bir yer olmaktan çıkarıp aktif bir öğrenme alanına dönüştürüyor. Ancak bu ve benzeri örnekler ülke genelini düşündüğümüzde oldukça kısıtlı kalıyor.

Sanat Müzeleri Eğitimin Bir Parçasıdır

Görülüyor ki Sanat müzeleri, sanat eğitimi için yalnızca destekleyici bir araç değil; öğrenme sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Çünkü müzeler, öğrencilerin sanat eserleriyle doğrudan karşılaşmasını sağlayarak soyut bilgiyi somut deneyime dönüştürür. Görsel okuryazarlığı geliştirir, merak ve sorgulama duygusunu besler ve farklı kültürleri anlamak için benzersiz bir ortam sunar. Bu nedenle sanatın hayatın içine yerleşmesi isteniyorsa, çocuklara yalnızca üretmeyi değil, eserle ilişki kurmayı öğretmek; müzeleri ise eğitimin doğal bir uzantısı hâline getirmek büyük önem taşır.

Türkiye’de benzer bir kültürü daha da geliştirmek için öneriler:

· Sanat müzelerinin ülke genelinde yaygınlaştırılması.

· Sanat derslerinin belirli bölümlerinin müzelerde veya galerilerde işlenmesi,

· Öğrencilerin yıl boyunca takip edecekleri bir sanat kurumu seçerek “sanat izleyiciliği defteri” oluşturmaları,

· Öğretmenlere müze eğitimi ve sanat pedagojisi alanında destek verilmesi,

· Ailelerin sürece aktif olarak dahil edilmesi.”

Değirmenci’ye bu eğitici paylaşımı için teşekkürlerimle…

Oktay Değirmenci ve Resimleri

Oktay Değirmenci 2000 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu. 2003’te ise aynı üniversitenin Eğitim Bilimleri Enstitüsünde Yüksek lisansını tamamladı. 2000 yılından beri resim öğretmenliği de yapan Değirmenci bugüne kadar birçok kişisel serginin yanında ulusal ve uluslararası karma sergiler, sempozyum ve workshoplara katıldı. Resmî ve özel kurum koleksiyonlarında eserleri bulunan sanatçı üretimlerini İzmir’de sürdürmekte.

Oktay Değirmenci’nin yapıtlarına baktığımızda, insan figürünün hem plastik açıdan hem de kompozisyonun kuruluşunda belirleyici bir unsur olduğu görülür. Sanatçının üretimi, insanı farklı boyutlardan ele alma ve inceleme arzusunun sürekliliğini taşır. Değirmenci, bireysel kimlik ile toplumsal aidiyet arasındaki geçişkenliği araştırırken, kalabalığı bir yüzey değil, bir zaman akışı olarak kavrar. Her tuval, üst üste binmiş figürlerin oluşturduğu yoğun bir çizgi örgüsüyle başlar; fakat bu örgü, yalnızca bir karmaşanın değil, kalabalığın içinde giderek belirginleşen içsel bir devinimin de taşıyıcısıdır. Bu kalabalıklar suskun ama titreşim hâlindedir; sürekli devinir, fakat aynı zamanda durup dinlenerek kendi içine dönen bir insan topluluğunu temsil eder.

Sanatçı, kalabalığın içinde tekil bir yüz aramak yerine, yüzlerin birbirine karıştığı ve çizgilerin birbirini çağırdığı bir görsel dokuyu ön plana çıkarır. Bu dokunun arasından beliren ışık parçaları, kimi zaman bir odak noktası, kimi zaman bir yarık ya da bir geçiş hattı oluşturur. Işık, burada yalnızca bir renk unsuru değil; kalabalığın devinimi içinde nefes alan bir ritimdir.

Kalabalığın içindeki renkli ışıklar, Değirmenci’nin hem renk hem çizgi üzerinden kurduğu özgün dilin devamı niteliğindedir. Sanatçı, insan kalabalığını soyut bir dokuya dönüştürürken, o soyutluğun ortasında insana ait en yalın ışığın görünür olmasına imkân tanır.