Sevgili günlük, yeni dünya düzeni belirsiz bir kaosa doğru sürüklenirken; çoğumuz, kurbanlık koyun gibi, olan biteni ya sadece seyrediyoruz ya da üç beş eleştiri oku gönderip içimizi döküyoruz. Eylem ya da “dönüştürücü güç” manasında “devrimci eylem” artık, en baba sol ideologlar veya liderler tarafından bile telaffuz edilmiyor. Dünya hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir “edilgenlik çağına” girmiş bulunuyor.
Dijital teknoloji sayesinde “maddi dünyanın somut gerçekleriyle” her an şok düzeyde yüzleşmek, insan uygarlığının fabrika ayarlarını bozdu. Normalde ya da “diyalektik tarihi süreç” tezine göre; insanın, evrimsel kültürel aşamaları, daima ileriye ve daha üst bir seviyeye doğru katetmesi gerekirken, insan uygarlığının bu zamana kadar ürettiği tüm değerler, hızla baş aşağı gidiyor. Bunu böyle hissetmek, bir tek bana özgü değil diye düşünüyorum.
Yeni dünya düzeninin adını “Edilgenlik Çağı” diye nitelendirmemi, alaycı basit bir yaklaşıma indirgememenizi tavsiye ederim! Bunun nedenini şöyle açıklamaya çalışayım: Dünya, giderek daha karmaşık ve çok kutuplu bir yapıya bürünürken, mevcut uluslararası kurumlar (Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve NATO) küresel krizleri yönetmekte artık çok zorlanıyor. Ukrayna-Rusya savaşı, Gazze-İsrail çatışması, Suriye iç savaşı ve Afrika’daki istikrarsızlıklar, bu kuruluşların krizleri önleme ve yönetme konusunda yeterli olmadığını gösteriyor.
Bildiğimiz üzere; II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) gibi uluslararası örgütler, küresel barış ve güvenliği sağlamak amacıyla oluşturulmuştu. Ancak günümüzde Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, Afrika’daki iç savaşlar ve Suriye iç savaşı gibi krizler karşısında bu kurumların zayıf kaldığı apaçık görüldü... Dolayasıyla, savaşları önleyememeleri ve barışı sağlama konusunda etkin bir rol üstlenememeleri, bu yapıların artık işlevlerini yitirdiği tartışmalarını beraberinde getiriyor.
1. BM’nin işlevsizliği: Küresel barış misyonu çöktü mü?
BM, küresel barış ve güvenliği sağlama amacıyla kurulmuş en büyük uluslararası örgüttü. Ancak kuruluşundan bu yana birçok savaşı önleyemediği gibi, mevcut çatışmalara da çözüm üretemiyor. Örnek verirsek; BM Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisi bulunan Rusya, Ukrayna’yı işgal ettiğinde, BM bu durumu engelleyemedi. BM’nin aldığı kararlar Rusya tarafından reddedilerek etkisiz hale getirildi. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları ve soykırımı karşısında, BM’nin aldığı kararlar ya uygulanamadı ya da ABD tarafından reddedildi. Filistin halkına insani yardım ulaştırma çabaları bile İsrail’in kontrol mekanizmalarına takıldı. Birleşmiş Milletler (BM), Suriye iç savaşında, barışı sağlama misyonunu yerine getiremedi, çatışmaları önleyemedi ve insani yardımların etkin bir şekilde ulaşmasını sağlayamadı. Etiyopya, Kongo gibi ülkelerde yaşanan iç savaşlar ve soykırım suçlarına karşı ise BM’nin barış gücü operasyonları çoğunlukla etkisiz kaldı, çatışmaları durduramadı.
Bu bağlamda, BM’nin temel sorunları şunlardır: Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisi nedeniyle tıkanması, yaptırımların yetersizliği ve uygulanamaması, barış gücü operasyonlarının başarısızlığı, devletlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden çifte standartlı bir yapı olması. Bu nedenlerle BM, küresel çatışmaları yönetme yeteneğini büyük ölçüde kaybetmiştir.
2. NATO: Savunma ittifakı mı, saldırı aracı mı?
NATO, başlangıçta Sovyetler Birliği’ne karşı bir savunma ittifakı olarak kurulmuş olsa da Soğuk Savaş sonrası genişleyen yapısıyla krizleri önleme işlevini yerine getiremedi. NATO’nun Ukrayna’ya silah desteği sağlaması, savaşın daha da uzamasına neden oldu. NATO’nun 2011’de Libya’ya yaptığı müdahale, ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemiş ve iç savaşın şiddetlenmesine yol açmıştı. Afganistan’daki başarısız askeri operasyonlar da NATO’nun etkinliğini tartışmaya açmıştı.
NATO’nun temel sorunları şunlardır: Askeri müdahalelerde başarısız olması, stratejik karar alma mekanizmasının etkisizliği, üye ülkeler arasında çıkar çatışmaları bulunması, sadece Batı çıkarlarına hizmet eden bir yapı haline gelmesi. Bu durum NATO’yu bir güvenlik sağlayıcı olmaktan çok, krizleri daha da derinleştiren bir yapı haline getirmiştir.
3. Avrupa Birliği: Çifte standart ve İsrail’e destek
AB, ekonomik ve siyasi bir birlik olmasına rağmen, küresel krizlerde etkin bir rol oynayamamaktadır. AB’nin, Amerika’nın dümen suyunda, Rusya’ya karşı tutumu, birliğin etkisini azalttı. AB, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına doğrudan destek verdi, silah yardımı sağladı ve finansal kaynaklarıyla İsrail’in askeri operasyonlarını dolaylı olarak destekledi. Almanya, Fransa ve İngiltere gibi AB ülkeleri İsrail’e gelişmiş silah sistemleri sattı. AB’nin İsrail’e yaptığı ekonomik yardımların büyük bir kısmı, savunma sanayisini ve askeri operasyonları finanse etmek için kullanıldı. Filistin’e yapılan insani yardımların İsrail tarafından engellenmesine karşı AB’nin etkili bir tepki göstermemesi, çifte standart uygulandığını gösterdi. Suriye iç savaşı, Avrupa Birliği (AB) için ciddi bir insani, siyasi ve güvenlik krizi yaratmıştı. Ancak AB, bu süreçte hem diplomatik hem de askeri anlamda etkin bir rol oynayamadı, savaşın sona erdirilmesinde veya mülteci krizinin yönetilmesinde yeterli başarıyı gösteremedi. Farklı ülkelerin dış politika öncelikleri nedeniyle AB içinde ortak bir stratejinin olmaması, karar alma süreçlerini yavaşlatarak, bölgesel bir güç olarak AB’nin etkisini azalttı. AB, kendi bağımsız askeri gücüne sahip olmadığı için, krizlere müdahalede NATO’ya bağımlı ve askeri anlamda etkisiz hale geldi. Suriye iç savaşı, milyonlarca mültecinin Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Avrupa’ya sığınmasına neden oldu. AB’nin, mülteci akını karşısında da etkili politikalar geliştirememesi birliğin içinde ciddi bölünmelere yol açtı.
Şimdi sorulması gereken; AB, NATO ve BM gibi kurumların nasıl daha kapsayıcı ve etkin hale getirilebileceğidir. İşte “zurnanın zırt dediği yer” burasıdır! Bu kurumları işlevsel ve etkin bir hale getirecek talep ya da istem var mıdır ki bunu tartışalım. Bana sorarsanız, yoktur… Yani dünyayı yöneten ya da yönlendiren siyasi elitlerin, düşünce kuruluşlarının, fikir üreten aydınların ve özellikle sol cenahın her geçen gün daha da sindiğini ve edilgen hale geldiğini gözlemliyoruz. Bunların önemli sebepleri var elbette. Örneğin; aydınlar, genellikle ekonomik olarak bağımsızlıklarını sağlamak için büyük medya kuruluşları, düşünce kuruluşları ve üniversitelerle iş birliği yapmak zorundalar. Ancak bu kurumlar, çoğu zaman kapitalist sistemin çıkarlarını savunmakta ve bu da aydınların özgürce hareket etmelerini engellemekte. Keza, kapitalist medyanın büyük medya kuruluşları üzerinde yoğunlaşması, aydınların seslerini duyurmasını zorlaştırmakta. Mesela, iklim değişikliği konusunda duyarlı olan çevreciler, genellikle büyük medya organlarında yeterli yer bulamamakta.
Ancak bana göre, günümüzde aydınların en büyük ya da asıl sorunu “eylemsizlik” yani “edilgenlik” sorunudur. Zira çağımızda aydınlar, çoğunlukla eleştirmen pozisyonunda ve çözüm önerileri geliştirmek yerine mevcut durumu analiz etmekle sınırlı kalmaktalar. Bu durum ise, küresel barış ve adaletin sağlanması için gerekli olan aktif örgütlenmeyi ve toplumsal hareketleri güçlendirmeyi zorlaştırmakta. Aydınların küresel barış ve adaletin sağlanmasında daha etkili olabilmesi için, daha örgütlü bir şekilde hareket etmeleri ve seslerini daha güçlü bir biçimde duyurmaları şart. Bunun yolu da aydınların, kültürel, ideolojik ve coğrafi sınırları aşarak daha güçlü bir küresel iş birliği yapmasından geçiyor… Kısacası, “edilgenlik çağını” aşabilmemiz için, her zaman olduğu gibi mottomuzu yineliyoruz: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya da hiçbirimiz!”