Aralık 1’den itibaren geriye gün sayımı başladı; 2026’ya girmemize bir ay kaldı. Koskoca bir yıl daha geçip gitti ömrümüzden. İnsan hayatı, evrenin zamansızlığında küçücük bir nokta dahi kadar yer kaplamıyor. Oysa yaşam boyu çektiğimiz acılar, uğruna mücadele ettiğimiz değerler ve varlığımızı sürdürme çabası bizler için ne kadar da büyük bir öneme sahip...

İnsan uygarlığının, 2025 yılını gururla geride bırakacağını söylemek mümkün değil. Ne 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, ne 2023’te başlayan İsrail’in Gazze işgali ne de Suriye’de barışçıl ve merkezi bir yönetimin kurulma süreçleri nihayete erdi! Bu anlamda hem Doğu cephesinde hem de Batı cephesinde, 2025’te de değişen pek bir şey yok. Üstüne üstlük cabası var; yeni Amerikan yönetiminin dünyayı tehdit eden söylemleri, baskıları…

Bunların tümü ile, 21. yüzyılın yeni oligark dev teknoloji şirketleri de hesaba katılınca, yoksul halklar nasıl mücadele edecek? Farkında mıyız bilmiyorum ama 21. yüzyılın ilk çeyreğini bitiriyoruz. Ne yazık ki bitirme sınavını başarılı bir puanla geçemeyeceğiz. Yüzyıl sonra tarih, bugünleri nasıl yazacak acaba; yirmi birinci yüzyılın ikinci çeyreğine hazır mıyız, insanlığın ikinci çeyreğe dair nasıl bir projeksiyonu var diye içimden geçiriyorum; nefesim daralıyor.

21. yüzyılın ilk çeyreğinin utancı

Bu yüzyıla dönüp baktığımızda, insanlık ailesinin büyük çoğunluğunun; Afrika’nın kurak topraklarında su için kavga eden yoksul halkların, Gazze’de enkaz altında kalan çocukların, Güney Asya’da sellerle ya da kuraklıkla boğuşan çiftçilerin bu devasa sistemde yalnızca istatistiklerden ibaret olduğunu görüyoruz. Gözyaşları akıyor, ama küresel düzenin çarkları hiç durmadan dönüyor; çarklar, insanlığın değil; güç sahiplerinin çıkarlarına hizmet ediyor.

Emperyalizmin ikiyüzlülüğü

2023’te başlayan İsrail’in Gazze soykırımı, Batı’nın demokrasi, insan hakları ve özgürlük nutuklarının ne kadar boş ne kadar sahte olduğunu tüm çıplaklığıyla gösterdi. İsrail’in Gazze’de kadınları, çocukları, hastaneleri, okulları hedef alan vahşi saldırıları karşısında; ABD ve Avrupa devletlerinin neredeyse tamamı İsrail’in arkasında saf tuttu. Dünyaya “insan haklarının bekçisi” gibi poz veren bu ülkeler, Filistin’de akan kanı, bombalanan bebekleri, hastane morglarında biriken minik bedenleri görmezden gelmekle kalmadılar; utanmadan bu katliama silah ve para yardımı ile destek oldular, diplomatik kalkanlarla korudular. Öte yanda ise Beyaz Saray’da, Avrupa Birliği koridorlarında ve Batı’nın basın brifinglerinde objektiflere gülümseyen liderler vardı hep… Emperyalizmin vicdan terazisinde ne yazık ki güç kimdeyse adalet ondan yanadır; zayıfın hakkı, mazlumun değeri yoktur.

Dünya barışına karşı bir tehdit makinesi: Trump yönetimi

Amerika’nın yeni yönetimi, özellikle Donald Trump’ın tehditkâr, saldırgan, hoyrat diliyle birlikte, dünya siyasetinde yeni bir kâbus penceresi açtı; “Müttefiklik” kavramını bir şantaj aracına çevirdi; NATO’yu bile para pazarlığının parçası olarak kullandı; rakip gördüğü ülkelere ekonomik savaş ilan etti. 21 yüzyılın ilk çeyreğinde, diplomasi yerini tehdide, müzakere yerini buyruğa, uluslararası iş birliği ise kaba güç gösterilerine bıraktı.

Teknoloji oligarklarının yükselişi

21.yüzyılın en çarpıcı gerçeği; dünyanın yeni hegemonlarının teknoloji devleri olduğudur. Google, Amazon, Meta, Apple, X, Tencent, Alibaba… Bu şirketler yalnızca teknoloji üretmiyor; aynı zamanda, milyarlarca insanın davranışlarını takip ediyor, düşüncelerini şekillendiriyor, satın alma alışkanlıklarını yönetiyor, politik tercihlerini yönlendiriyor, devletlerden daha büyük ekonomik güce hükmediyor. Bu şirketler, insanlığı görünmez bir sömürü ağının içine çekerek, bir algoritmanın insafına terk ediyor. Dünyanın yoksulları artık yalnızca sermaye tarafından değil, aynı zamanda teknolojik gözetim ve algoritmik manipülasyon tarafından da sömürülüyor.

Uluslararası kurumların çöküşü

Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Dünya Sağlık Örgütü, NATO, UNESCO… Kâğıt üzerinde küresel düzenin garantörleri. Gerçekte ise 21. yüzyılın ilk çeyreğinde etkisizlik abidesine dönüşmüş kurumlar. Gazze’deki katliama karşı tek bir yaptırım uygulanamadı. Sudan iç savaşı aylarca görmezden gelindi. Suriye’de milyonlarca insanın dramına çözüm üretilemedi. Afrika’nın yoksulluğu, Batı’nın çıkar hesaplarına kurban edildi. Bu kurumlar, yalnızca güçlü devletlerin jeopolitik satranç taşlarına dönüştü.

21. yüzyılın ilk çeyreğinin karnesi: Sınıfta kalış

İlk çeyrek biterken insanlık, en temel sınavlarında sınıfta kaldı: Adalet sınavında kaldı: Çünkü adalet sadece güçlüler için işledi. Barış sınavında kaldı: Çünkü savaş makineleri, çocukların geleceğini yok etmeye devam etti. Eşitlik sınavında kaldı: Çünkü servet uçurumu daha da büyüdü. İnsaniyet sınavında kaldı: Çünkü savaş mağduru kadınlar, çocuklar, mazlumlar, güçsüzler ve yoksullar hâlâ görmezden geliniyor.

Bugün Gazze’de bombaların altında kalan bebelerle, Ukrayna’da toprağa düşen gençle, Sudan’da açlıktan ölen çocuklarla aynı yüzyılı paylaşıyoruz. Bu tablo, insanlığın uygarlık sınavında nasıl sınıfta kaldığını çok çarpıcı bir şekilde sergiliyor.

Peki umut nerede?

21.yüzyılın ilk çeyreği, insanlığın bütün masallarını yırtıp yüzümüze fırlatan bir gerçeklikle kapanıyor; bu dünya düzeni, insanı değil gücü koruyor, bu çağ, adaleti değil çıkarı büyütüyor; bu uygarlık, yaşamı değil ölümü ödüllendiriyor. Emperyalist devletler, kudretlerini insan hayatının üstünde tutuyor. Teknoloji devleri, gezegenin geleceğini algoritmalarına kodluyor.

Uluslararası kurumlar, bir zamanların umut kapılarıyken bugün boş koridorlara dönüşmüş durumda. Ve dünyanın en büyük orduları, en küçük çocukların düşlerini hedef alıyor.

Bu yüzden bugün bizi bekleyen gelecek, bir ilerleme masalı değildir. Aksine, aklını kaybetmiş bir çağın, kendi karanlığında debelendiği bir dönemdir. Bugün verdiğimiz her karar, attığımız her imza, sustuğumuz her zulüm, görmezden geldiğimiz her ölüm, hepsi yarının tarih kitaplarında ve insanlığın hafızasında yerini alacak, kimsenin kuşkusu olmasın…

21. yüzyılın ikinci çeyreği de yoksullar ve ezilen halklar için daha iyi bir gelecek vaat etmese de şunu unutmamak gerekiyor; umut büyük güçlerde değil; Gazze’de çocuğunu korumaya çalışan bir annenin dirayetinde, sınırları aşan mültecilerin ayakta kalma iradesinde, yoksulluğa rağmen birbirine sarılan toplulukların dayanışmasında, dünya sokaklarında adalet için haykıranların isyanında saklı.