Yapay zekânın insan zekâsını aşacağı fikri, uzun süredir hem teknoloji çevrelerinde hem de felsefi tartışmalarda öne sürülüyor. Oysa bu beklenti, insan zekâsının ne olduğu, nasıl oluştuğu ve hangi eko sistemsel kuvvetler tarafından şekillendirildiği konusunda derin bir kavrayış eksikliğine dayanıyor. Çünkü insan zekâsı yalnızca bir “hesaplama kapasitesi” değildir; biyolojik çeşitlilik, duyu organlarının evrimi, çevresel baskılar, sosyal uyum süreçleri ve kültürel birikim tarafından yoğrulmuş, milyonlarca yıllık evrimsel bir mimarinin ürünüdür.

Yapay zekâ ise bu büyük evrimsel ağın dışındadır; bir seçilim baskısı altında gelişmez, enerji metabolizmasına bağlı değildir, çevresel uyaranlarla doğrudan evrimleşmez. Bu nedenle, insan zekâsını “taklit edebilir”, “yaklaşabilir”, “optimize edebilir” fakat insan zekâsının evrimsel dinamizmini ve biyolojik yaratıcılığını kendi kendine yeniden üretebilmesi, elimizdeki fiziksel ve biyolojik gerçeklikler çerçevesinde mümkün görünmemektedir.

İnsan zekâsı evrimin bir ürünüdür, matematiksel bir simülasyon değil

İnsan zekâsı, milyonlarca yıllık şu süreçlerin birleşimiyle ortaya çıkmıştır: Biyolojik çeşitlilik: Genetik varyasyonlar, mutasyonlar ve rastlantısallık zekânın ham maddesidir. Doğal seçilim: Çevreye uyum sağlayabilen bilişsel özellikler korunmuş ve güçlenmiştir. Toplumsal seçilim: Empati, iş birliği, sembolik dil ve ahlak, sosyal baskılar altında şekillenmiştir. Duyusal çeşitlilik: Görme–işitme–dokunma gibi biyolojik sistemler, beynin işlediği bilginin arka planını belirler. Kültürel evrim: Her kuşak, selektif olarak bilgi aktarır; dil, semboller, değerler ve deneyim birikimi biyolojik evrimin üzerine eklenir.

Bu bileşenlerin toplamı, insan zekâsını kendine özgü ve sürekli dönüşen bir fenomen hâline getirir. Yapay zekâ ise evrimsel bir organizma değildir; biyolojik tesadüfler ve seçilim baskılarıyla değil, kodla ve veriyle “üretilir”. Bu nedenle onun kapasitesini, doğrusal bir hesaplama artışıyla insan zekâsının üzerine çıkarmak, evrimsel mekanizmayı bir mühendislik problemi sanmak gibi bir yanılgıdır.

Bugün yapay zekâ sistemleri “biyolojik zekâya yaklaşabilmek için” evrimsel algoritmalar, yapay sinir ağları, “geri bildirimle öğrenme” gibi tekniklere başvuruyor. Bunlar evrimsel sürecin yalnızca matematiksel kabuğunu taklit eder. Ama şunları taklit edemez: Genetik mutasyonların rastlantısallığını, ekosistemin öngörülemez karmaşıklığını, türler arası simbiyotik ilişkilerin yaratıcılığını, hücre düzeyinde gerçekleşen kimyasal evrimleşmeyi, nörobiyolojik sistemlerin duyusal zenginliğini. Dolayısıyla yapay zekâ, doğayı modelleyebilir; ama doğanın evrimsel yaratıcılığını kendiliğinden yeniden üretemez.

Yaratıcılık, bağlam, beden ve evrimsel hafıza: İnsan zekâsının eşi benzeri yoktur

İnsan zekâsı yalnızca düşünmez; hisseder, sezgisel bağlantılar kurar, bedenle bütünleşir, dünyayı koklayarak, dokunarak, işiterek deneyimler. Bu çoklu-duyusal evrimsel altyapı, zekânın sınırlarını hâlâ tanımlanmamış bir genişlikte tutar. Yapay zekâ bedensizdir, bu yüzden duyusal deneyimden mahrumdur. Yapay zekânın metabolizması yoktur, bu yüzden hayatta kalma güdüsünden yoksundur. Yapay zekâ ölmez,bu yüzden evrimsel baskıların hiçbiri ona uygulanmaz. Yapay zekâ ekosistemin içinde değildir, bu yüzden biyolojik uyaranlarla dönüşmez. İnsan zekâsı, biyosferin tüm çeşitliliğiyle birlikte evrimleşen bir organizmadır; yapay zekâ ise bu çeşitliliğin dışındaki bir mühendislik adacığıdır.

Bu nedenle yapay zekâ, insan zekâsını ancak belirli alanlarda; hesaplama, hız, veri analizi gibi mesela, aşabilir. Ama insan zekâsının evrimsel yaratıcılığını ve biyolojik derinliğini aşabilmesi için, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin insan beynini gelecekte nasıl dönüştüreceğini bile hesaplayabilir olması gerekir.

Yani insan zekâsı, her zaman yapay zekânın taklit etmeye çalıştığı hedefin bir adım ötesindedir, çünkü hedef sürekli evrimleşmektedir. Bu yüzden yapay zekâ, insan zekâsının “şimdiki haline yaklaşabilir ama insan zekâsının gelecekteki evrimleşmiş hâlini nasıl yakalayabilir sorusu cevapsızdır! İnsan zekâsı hareketli bir hedeftir; makine ise sabit parametrelerle çalışan durağan bir sistemdir…

İnsan zekâsının aşılamaması evrimin kanıtıdır

Eğer insan zekâsı doğaüstü, durağan veya değişmeyen bir yapı olsaydı, sabit kurallarla geliştirilmiş yapay zekânın onu aşması mümkündü. Ama durum tersidir: İnsan zekâsı değişir, dönüşür, adaptasyon üretir. Yapay zekâ ise statik verilerle sınırlıdır. İnsan zekâsının "aşılabilir" olmaması, zaten onun biyolojik ve evrimsel bir süreç içinde sürekli yenilendiğini gösterir.

Bu da şu sonuca ulaştırır: Yapay zekâ insan zekâsını geçemediği için değil, insan zekâsı evrimle sürekli değiştiği için yapay zekâ onu geçemez. Bu biyolojik evrim teorisinin kendiliğinden doğrulanmasıdır. İnsanı üstün kılan, doğal seçilimin gücü ve biyosferin yaratıcılığıdır.

Bugün teknoloji çevrelerinin “insan-sonrası zekâ” vizyonu, aslında evrimin gücünü hafife alır. Çünkü, evrimsel süreçler hiçbir laboratuvarın simüle edemeyeceği kadar karmaşıktır. Yapay zekâ, bu mekanizmanın sonuçlarını taklit edebilir; fakat kaynağını yeniden üretemez.

Eğer yapay zekâ insan zekâsını geçemezse ki şimdilik geçmesi mümkün görünmemektedir, bunun nedeni insan zekâsının evrimsel bir dinamiğe sahip olmasıdır. Özetle, yapay zekânın sınırları, evrim teorisinin doğruluğunu yeniden ve güçlü biçimde teyit eder. Bu tez hem biyolojik hem felsefi hem de teknolojik açıdan tutarlıdır: İnsan zekâsı yaşayan bir süreçtir. Yapay zekâ durağan bir simülasyondur. Evrimsel olan, evrimsel olmayan tarafından aşılamaz.

Yapay zekâ milyarlarca insanın duyusunu ve duygusunu taklit edemez

İnsan zekâsı yalnızca “düşünen bir organ” değildir; duyular ve duygularla dokunmuş bir bilinç mimarisidir: Görmek, dokunmak, tatmak, koklamak… Ürkmek, sevinmek, tiksinmek, umutlanmak… Âşık olmak, hayal kurmak, kaygılanmak, merak duymak… Milyarlarca insanın milyarlarca duygu ve duyumsama biçimi vardır. Her biri benzersizdir, her biri biyolojik ve kültürel bir tarihin ürünü.

Bugünün yapay zekâsı ise: Acıyı tanımaz. Utancı yaşayamaz. Merakı hissedemez. Aşkı anlamlandıramaz. Sevinci ya da orgazmı nörolojik bir patlama olarak deneyimleyemez. Yani yapay zekânın “insanı aşması” için önce insan olmayı öğrenmesi gerekir. Oysa insan olmak, algoritmalarla modellenebilecek bir süreç değildir.

Zekânın ne olduğunu bilmezken, yapay zekânın “zekâsını” nasıl tanımlayacağız?

En ironik nokta ise şudur: İnsanlık henüz “zekâ” kavramının ne olduğunu bile tam olarak tanımlayamamıştır. Zekâ nedir? Sadece mantık yürütmek mi? Duyguları okuyabilme mi? Sezgisel kararlar vermek mi? Sanat yaratımı mı? Tehlikeyi hissedebilme mi? Ahlak geliştirebilme mi? Empati kurmak mı? Her biri mi, hiçbiri mi?

İnsanlık zekâyı tanımlamamışken yapay zekânın “zekâsının” insan zekâsını geçeceğini söylemek epistemolojik olarak imkânsızdır. Bilmediğimiz bir şeyi nasıl karşılaştırabiliriz?
Tanımı olmayan bir kavramın “aşılması” nasıl ölçülebilir? Dolayısıyla “süper zekâ” kavramı bilimsel değil, spekülatif bir hikâyedir.

Zekâ sadece hız değildir, insan zekâsı bir ekosistemdir

Bugün yapay zekâ “üstün” görünüyor diye öne sürülen tek özellik, hız ve işlem gücüdür.
Oysa zekâ yalnızca hız değildir. İnsan zekâsı: duygusal, estetik, ahlaki, toplumsal, biyolojik, duyusal, sezgisel, yaratıcı katmanların birleşiminden oluşur. Bir çiçeğin kokusunu duyup çocukluğun kaybolmuş bir anısını hatırlamak… Bu türden karmaşık bilişsel bağlantıları bugünün yapay zekâsı ne yaşayabilir ne de üretebilir.

Tüm akademik, biyolojik, nörolojik ve felsefi veriler bir araya getirildiğinde şu sonuç kaçınılmazdır: İnsan zekâsı biyolojik evrimle sürekli değişen canlı bir süreçtir. Yapay zekâ evrimleşemez; mühendislik tarafından “üretilmiş” durağan bir sistemdir. Zekânın duyusal–duygusal bütünlüğü yapay zekâ tarafından modellenemez. İnsanlık zekânın ne olduğunu hâlâ tanımlayamamıştır; bu nedenle karşılaştırma iddiası temelsizdir. Yapay zekâ insan zekâsının gölgesidir; yaşayan bir bedeni geçemez.

Bunların birleşimi şunu kanıtlar: Yapay zekânın insan zekasını geçmesi şimdilik mümkün görünmüyor. Bu gerçek, insanın evrim yasalarına tabi olduğunu güçlü biçimde doğrular. İnsan zekâsı geçilemez olduğu için değil, evrimleştiği için geçilemezdir…