İlk çeyreğin dominosu: Dijital teknoloji

Dijital teknoloji neden ilk çeyreğin dominosudur? Çünkü bu ilk çeyrekte; ekonomideki dönüşümlerin, iş gücü yapısının değişmesinin, yeni sınıfsal eşitsizliklerin, platform kapitalizminin, siyasetin otoriterleşmesinin, bilginin parçalanmasının, sosyal hayatın dönüşmesinin, sağlık ve eğitimdeki devrimlerin, neredeyse tamamının arkasında dijital teknolojinin tetiklediği zincirleme süreç vardır. Bu açıdan; dijital teknoloji gerçekten de ilk taşı, ana kırılma noktasını, tetikleyici gücü, yüzyılın hareket ettirici unsurunutemsil ediyor.

Bu çağ, başlangıçta umut verici görünüyordu. Bilgiye erişimin demokratikleşeceği, coğrafi eşitsizliklerin azalacağı, devletlerin keyfi güç kullanımının sınırlandırılacağı düşünülüyordu. İnternetin bir özgürlük alanı, dijitalleşmenin ise daha adil bir dünyanın anahtarı olacağına dair geniş bir inanç vardı. Fakat geriye dönüp baktığımızda gördüğümüz manzara, bu iyimserliğin oldukça saf bir değerlendirme olduğunu gösteriyor.

Üretim biçimleri değişti, ama adaletsizlik de biçim değiştirdi. Sermaye büyüdü, ama sermayenin kontrolü daha az kişinin eline geçti. Bilgi erişilebilir oldu, ama bilginin dolaşımını belirleyen güç merkezleri hiç olmadığı kadar daraldı. Dijital devrimin asıl etkisi, teknolojik ilerlemenin ötesinde dev bir güç yığılması yaratmasıdır.

Bugün Google, Amazon, Apple, Meta, Microsoft gibi şirketler dünyanın en büyük ekonomik aktörleri. Ancak bu şirketlerin yükselişi, genellikle anlatıldığı gibi “piyasanın başarısı” değildir. Devletler, özellikle ABD, bu yükselişi bilinçli olarak mümkün kıldı. İnternet altyapısı kamu yatırımlarıyla kuruldu. Google’ın algoritmik temelini oluşturan araştırmalar kamu fonlarıyla desteklendi. Silikon Vadisi, onlarca yıl boyunca vergi teşvikleri, teknoloji hibeleri ve üniversite-sanayi iş birlikleriyle beslendi. Bu süreçte devlet görünmez tutuldu; fakat gerçekte dijital devrim, devlet eliyle yaratılmış ama devlet denetiminin dışında bırakılmış bir güç alanı doğurdu.

Avrupa’daki tablo da bundan çok farklı değil. İrlanda ve Lüksemburg gibi ülkelerin teknoloji şirketlerine sunduğu agresif vergi kolaylıkları, bu devlerin sermaye birikimini olağanüstü hızlandırdı. Avrupa Birliği bugün rekabet soruşturmaları açsa da dijital şirketler yıllarca elde ettikleri avantajlarla zaten küresel ölçekte dokunulmaz bir konuma gelmiş durumda.

Çin ise bambaşka bir model uyguladı. Yabancı devleri içeri almayıp kendi dijital şirketlerini büyüttü; fakat onları hiçbir zaman devletin kontrolünden serbest bırakmadı. Alibaba ve Tencent gibi şirketler yükselirken, siyasi çizgiyi aşan her hamleye müdahale edildi. Bu durum dijital çağda iki farklı güç modeli yarattı: Batı’nın denetimsiz teknoloji aristokrasisi, Doğu’nun devlet kontrollü dijital kapitalizmi. Her iki modelde de sonuç aynı; çok az aktörde yoğunlaşan devasa bir güç!

20. yüzyıl kapitalizmi ile ayrışan bir ekonomik düzen

Dijital çağda, endüstri çağındaki fabrikalar, madenler, sınai üretim zincirleri gibi mekânsal ve sınıfsal düzen değişime uğradı. Platform ekonomisi yeni bir sınıfsal yapı yarattı; en tepede, veri ve platform sahipleri; ortada yüksek ücretli ama güvencesiz dijital çalışanlar; en altta ise, algoritmaların yönettiği, çoğu zaman görünmeyen bir emek gücü olan kuryeler, içerik moderatörleri, platform işçileri.

Bu yeni düzen, 20. yüzyıl kapitalizmiyle kıyaslandığında çok daha sert bir güç yoğunlaşması yaratıyor. Çünkü dijital sermaye yalnızca ekonomiyi değil, bilgi akışını, kamuoyunu, siyasi tercihleri ve toplumsal davranışı da şekillendirme kapasitesine sahip.

Dijitalleşme, yeni sektörler yaratırken eski sektörlerin bazılarını ise tasfiye etti. Küçük kitapçılar, yerel gazeteler, mahalle dükkânları, taksiciler, bankacılık çalışanları, çağrı merkezi personeli… Bu çalışanların bir kısmı işini kaybetti, bir kısmı ise daha düşük gelirli ve güvencesiz alanlara itildi.

Özellikle platform ekonomisi, işgücünü atomize etti. Çalışanlar birbirini görmüyor, birlikte mücadele edemiyor, iş ilişkisini denetleyen şeffaf bir yapı yok. Bir sürücü, bir kurye, bir içerik üreticisi, hepsi aynı şeye bağlı: algoritmanın görünmez kararı. Bu mekanizma, kapitalizmin sömürü biçimlerini daha zarif ama daha derin hâle getiriyor.

Dijital devrimin kazanımları

Dijital devrim elbette insan uygarlığına bir takım ve çok önemli faydalar da sağladı. Sağlık alanında mRNA aşıları, yapay zekâ destekli teşhis sistemleri, genom bilim gibi devrim niteliğinde atılımlar gördük. Eğitimde bilgiye erişim kolaylaştı; bilim dünyasında uluslararası iş birliği hızlandı.

Fakat bu ilerlemeler, eşitlik üretmedi. Tam tersine, teknolojik kapasite büyüdükçe toplumsal kırılganlıklar da büyüdü. Toplumsal yalnızlık, hakikat sonrası siyaset, manipülasyon, kutuplaşma ve ruhsal çöküntüler dijital çağın getirdiği yeniliklerin olumsuz etkilerini oluşturuyor. Teknoloji, insanlığın ufkunu genişletirken, aynı anda insanın kendisi üzerindeki kontrolünü maalesef sınırladı…

Bugün geldiğimiz noktada dijital devrim, özgürlük vadeden bir teknolojik atılımdan çok,
ulus-devletlerin zayıfladığı, şirketlerin güçlendiği, veri sahipliğinin yeni bir sınıfsal ayrım yarattığı, hakikatin algoritmalar tarafından belirlendiği bir dönemin kapısını aralamış durumda. Öyle görünüyor ki, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin bilançosu; parlak başarılarla karmaşık çelişkilerin iç içe geçtiği bir tablo seriyor önümüze.

Dijital devrim; ilk çeyrekte faydadan çok zarar mı getirdi ya da ikinci çeyrekte insanlığı nereye götürür? Bunları bugünden cevaplamak ya da öngörmek için erken olabilir. Ancak şimdiden gözlemlediğimiz gerçek şu ki, insanlık, yarattığı bu teknolojik güç ve atılım karşısında; dezavantajlı ve yoksul halkların refah seviyesini artırmada ve daha adil-eşitlikçi bir dünya düzeni yaratmada da aynı başarıyı gösteremedi…