Uzun yılardır İzmir’de yaşanmayan bir olaydı bu çapta bir grev, nihayet uzlaşma ile sona erdi. Grev, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 23 bin personelini kapsayınca etkisi de büyük oldu. Başta çöp toplama ve ulaşım hizmetleri aksarken, İzmir kamuoyu karpuz gibi ikiye bölündü.
Belediye Başkanı Cemil Tugay’ı destekleyenler ağırlıktaydı. Tugay, yedi gün süren bu grev sırasında, sendikacıları sıkça eleştirdi. Sokakta çöp toplama eylemi de yaptı.
Tugay, belediye kurumunu daha önce sorumsuzca yönetenlerin yarattığı bir kriz olarak tanımladı bu grevi. Eşit işe eşit ücret sloganı ile hareket eden sendika yöneticileri, Belediye bünyesindeki farklı şirketlerde aynı işi yapan işçilerin çok farklı ücret almalarına itiraz ettiler.
Bu farkın, geçen seçime beş gün kala, önceki Başkanın, 5 bin 800 işçiyi kapsayan Toplu İş Sözleşmesi’ni, oldukça yüksek bir zam yaparak imzalamasından kaynaklandığını vurgulayan Tugay, “Ben onun gibi sorumsuz davranmayacağım, kurumumu ve şehrimi düşüneceğim” diye ifadeler kullandı sıkça.
Kendince ülke ve belediyenin koşulları dikkate alındığında iyi bir maaş teklifi sunduğunu ileri süren Başkan, sendika temsilcilerinin iyi niyetli olmadıklarını ve belediyeyi mali krize sokmak istediklerini hatırlattı. Ona göre sendika temsilcileri, işçi haklarını savunmaktan çok siyaset yapıyordu.
Tabii burada kastettiği siyaset, başka anlamda kullanılıyordu. Yoksa Belediye Başkanı da Sendika temsilcileri de, doğal olarak siyaset yapıyorlar. Ama Tugay’ın kastettiği, sendika yöneticilerinin siyasette kariyer yapma beklentisi içinde oldukları yönündeydi.
DİSK Bölge temsilcisinin milletvekilliğine hazırlandığını, sendika yöneticilerinden birinin de CHP Kurultay delegesini olduğunu söyledi. Yani kastettiği siyaset bu...
Belediye yönetimi ile Sendika yöneticileri arasında zaman zaman oldukça gergin anların yaşanmasına neden olan grev süreci, karşılıklı suçlamalar ile geçti. Belediye Başkanı sendikacıların kişisel beklentilerine bu işi araç ettiğini söylerken, sendika yöneticileri de “Belediyenin içinde bulunduğu krizden biz sorumlu değiliz” dediler sıkça.
Belediye harcamalarında tasarruf edilebilecek birçok kalem varken, Cemil Tugay’ın işçi ücretlerine yoğunlaşmasını eleştirdiler.
İşçi sınıfı lafları havada uçuştu tartışmalarda... Kavram büyük ama gerçekte böyle bir olgunun olup olmadığı çok tartışmalı. İşçi ve memur sendikalarında en çok üyeye sahip olanların, iktidar destekli sendikalar olduğunu unutmayalım. Maaş zammı talebi ve grev hakkı, Anayasala bir haktır ama “işçi sınıfı” tanımındaki, sınıf meselesi başka bir yazının konusu olsun.
Biz bu grevin meydana getirdiği gerilim sırasında, tarafların iddiaları ve hatta suçlamaları ile yeni bazı bilgiler de edindik ama en önemlisi hem Belediye hem de Sendika kurumunun bir hayli yozlaştığına da tanık olduk.
Aşırı istihdam ve özellikle geçen dönem, kongre ve kurultay önceleri ve ardından, delege ağalarının, yöre ve mezhep derneklerinin verdiği listeler doğrultusunda Belediye şirketlerine aşırı personel alındığı sıkça dile getirildi.
Yine önceki Başkan sorumsuzlukla eleştirildi. Ayrıca HDP’liler ile ittifakının (ki İstanbul’da da oldu) sonucu, bu kadrolardan da ciddi işçi alımları olduğu söylendi.
Nitekim HDP/Yeşil Sol, CHP’deki aday belirleme aşamasında, “Tunç Soyer aday gösterilmez ise biz de aday çıkaracağız” diye açıklama yaptı ve Tugay aday olunca aday çıkardı. Aynı şekilde DİSK Bölge Temsilcisi, çok açık bir şekilde Tunç Soyer’in adaylığına taraf olduğunu kamuoyu ve parti yöneticileri ile paylaştı.
Fazla personelden söz eden Tugay’ın da halen belediyeye sürekli eleman aldığı söylenirken, DİSK Bölge Temsilcisi ile Genel-İş temsilcisinin geçen dönem çok sayıda birinci derecede yakınını belediyeye yerleştirdiği dillerden düşmedi. Eş, çocuk, baldız, yeğenler say say bitmiyor.
Aslında Belediyeler de sendikalar da benzer dinamiklerle yönetilmektedir. İkisinde de kişisel iktidarlar önemlidir. İkisinde de delege ağalığı sistemi yürürlüktedir. İkisinde de himayecilik ilişkileri ağırlıktadır.
Sendikalar ve belediyeler teorik olarak, demokrasiye hayatiyet kazandıran, onu ete kemiğe büründüren kurumlar olması gerekirken, ikisi de kayırmacılık ve ağalık sistemine esir olmuşlardır.
Bu büyük grevden önce bazı ilçelerdeki toplu iş sözleşmelerinin işçiler ve işyeri temsilcilerinden bağımsız olarak Sendika Genel Merkezi tarafından imzalandığını unutmayalım. Aynı şeyi büyük ilçelerde yapmaya kalkınca, yüzlerce işçi, Genel-İş’ten istifa edeceklerini bildirince bunu göze alamadılar. Çünkü üye ve delege sayısı fazla olan ilçeler, sendika içi iktidarı sarsabilirdi.
Soyadına atıfta bulunarak, en fazla eleştiriye maruz kalan kişi DİSK Bölge Temsilcisi Memiş Sarı oldu. “Sarı Memiş” diye hitap edenleri en fazla öfkelendiren ifadesi ise, “CHP ayağını denk alsın, İzmir’i 350 bir oy farkıyla kazandı, bizim 500 bin oyumuz var” oldu.
Bu açıklama ya da tehdit, olayın işçi sınıfı meselesi olmanın ötesine geçtiğini gösteren en somut çıkışlardan biriydi. Tabii kimsenin emrinde 500 bin oy falan yok ama AKP’nin adayına oy veririz iması, sendikal mücadele dışı bir anlam içeriyordu.
Bazıları Sarı’dan önceki bölge temsilcisi Azad Fazla’nın da AKP’den siyasete girdiğini hatırlatarak, DİSK’in artık eski DİSK olmadığını da gündeme getiriyordu. Aynı şekilde belediye yönetimlerinin de eski kamucu belediyecilik anlayışının çok uzağına düştüğünü söylemeye gerek bile yok.