Bundan tam 47 yıl önce yazmış bunu, Uğur Mumcu. Sağcısı, solcusu fark etmez, “AP ve CHP de aynı” diyor. Muhalefette büyük büyük laflar ederler ama fırsat bulunca, eş dost kayırmacılığı başlar, eski siyasilere maaş bağlayarak belediyelerde konum dağıtırlar.
Kırk yedi yıl geçti bu eleştiri üzerinden ama belediyeleri, arpalık olarak gören zihniyet değişmedi. Parti ayrımı olmaksızın bu, adeta olağan bir durum haline geldi.
Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı tutuklanınca, hiç bir demokratik teamüle uymadan, meclis üyeleri AKP’li adayı Başkan Vekili seçti. Başkan Vekili seçilen Eray Karadeniz, meğer bankamatik belediye personeli imiş.
Belediye iştiraki olan İSPARK’tan hiç işe gitmeden tam 10 yıl maaş almış. Yani başkan vekilliğini hak etmiş bir politikacı. İşi biliyor, işe gitmiyor.
Haftalardır izliyoruz, İzmir’de de eski ve mevcut Büyükşehir Belediye Başkanı arasında atışma devam ediyor. Bitecek gibi de görünmüyor.
Cemil Tugay, ısrarla Tunç Soyer’in sorumsuz personel alımı ile seçimden beş gün önce imzaladığı yüksek zammı içeren, toplu iş sözleşmesinin, belediyeyi mali krize soktuğunu söylüyor. Daha önceki Başkan Aziz Kocaoğlu da bazen doğrudan ve bazen de dolaylı olarak bu görüşleri destekliyor.
Tugay, onunla da yetinmeyip, Soyer’in imzaladığı sözleşme nedeniyle, eşit işe eşit ücret diye 23 bin işçinin de aynı haklara sahip olmasını isteyen sendikanın da sorumsuz davrandığı görüşünde.
Sendikacılık açısından, eşit işe eşit ücret talebi çok haklı tabii ki. ESHOT’teki şoför de İZULAŞ’taki şoför de İzmir Büyükşehir Belediyesi personeli. Ama aldıkları maaşlar arasında büyük farklar var. Bir önceki sözleşmede, bir ay rapor almayan işçilere ek prim konması, Tugay’ın tepesini iyice attırmış durumda.
Sendika yöneticilerinin, eşit işe eşit ücret talebi haklı olmakla birlikte, CHP ve Belediye yönetimini, “Gelecek seçimlerde AKP’ye oy veririz” sözüyle tehdit etmeleri, hiçbir bakımdan kabul edilemez bir tutumdu.
Belediye yönetim kadrolarının, şirket yönetim kurulu üyeliklerinin belirlenmesi, uzun zamandır, bu kurumların arpalık haline geldiğini göstermektedir. Partililer, başkan ve vekillerin yakınları, parti büyüklerinin Ankara ve İstanbul’dan gönderdikleri, hep bu arpalık anlayışının ürünü.
Bu durum o kadar had safhaya ulaşmış ki, kervana sendika yöneticileri de katılmış. Sendika yöneticileri ve temsilcilerinin eş, çocuk ve diğer aile yakınlarından onlarca kişiyi belediyeye ve şirketlerine yerleştirdikleri bu süreçte ortaya çıktı.
Seçime beş gün kala imzalanan toplu sözleşmeye ek olarak, seçimin ertesi günü, görev devir teslimi yapılmadan sendika temsilcisinin eşinin belediye şirketine müdür olarak atandığı haberi de bu konuda ölçünün ne kadar kaçtığını göstermektedir.
Literatürde yerel yönetimler, demokrasinin beşiği ve güvencesi olarak tanımlanır. Çünkü onlar yerel halkın temsilcileridir ve halkın katılımına, yurttaş denetimine en elverişli kurumlardır.
Sendikalar da keza, hem çalışanların haklarını savunan ve hem de yönetimi denetleyen önemli temsili (aynı zamanda katılımcı) kurumlardır. Gelin görün ki, belediyeler ve diğer birçok kurum gibi, sendikaların da çok ciddi düzeyde yozlaştığı ortada.
Sadece son dönem İzmir’de yaşananlar bile sendikalara yönelik ve zaten düşük olan güveni daha da düşürmüştür.
Yetmişli yılların başında TÜRK-İŞ’ten ayrılıp daha sol bir çizgide kurulan ve sınıf sendikacılığı anlayışı ile yola koyulan DİSK, zamanla tüm kurumlar gibi yozlaşmaktan kendini koruyamadı.
Kemal Türkler yerine Abdullah Baştürk, genel başkan olunca DİSK, TİP’ten uzaklaşıp, CHP’ye yakın bir çizgi benimsedi. O günden sonra bu çizgide kalan DİSK, son dönemlerde CHP ve DEM taraftarının etkili olduğu, profesyonel sendikacıların hattına oturdu.
Sendikaların siyasetten ve ideolojiden bağımsız olması beklenemez elbette. Ama bu dönemde, ideolojiden ziyade profesyonel çıkarlar ve ilişki ağları daha ağır basmaktadır.
Madalyonun belediye cephesinde artık kronikleşmiş olan nepotizm ve arpalık konumuna profesyonel sendikacılığın da katkı yaptığına tanık olmaktayız. İzmir özelinde verilen örneklerin münferit olduğunu düşünmek, yanıltıcı olacaktır.