Devlet Bahçeli’nin bu aşamada ortaya çıkıp, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” demesi önemliydi. Çünkü Bahçeli ve temsil ettiği parti ve ideoloji, barış karşıtı bir anlayışı temsil ediyordu. Hatta bu uğurda sivil silahlı gruplar da bu siyasi grup ile anıldı hep.
Ülkeyi kan gölüne çeviririz diye, miting alanlarında bozkurt işareti yapanların partisiydi Bahçeli’nin partisi.
Şimdi konjoktürel olarak barışçı hale gelen Bahçeli’nin açıklama ve çıkışları, yeni “barış sürecinin başlangıcı” olarak görülmektedir. Kısa bir süre önce “DEM kapatılsın ve maaşları şehit ailelerine verilsin” diyen kişi ile kısa bir süre sonra, “Öcalan gelsin Meclis’te konuşsun” diyen kişinin aynı kişi olmasını açıklamak mantıken kolay değil.
İmralı Heyeti olarak adlandırılan Öcalan ile görüşen, DEM temsilcilerinin de en umut bağladıkları kişinin Bahçeli olduğu ortada. Çünkü Bahçeli, Erdoğan gibi temkinli/kararsız değil, bu işe adeta kendini vakfetmiş durumda.
Bu değişim sonrasında İmralı heyetinden Sırrı Süreyya Önder de, Bahçeli’nin insani özelliklerini anlata anlata bitiremedi. Bahçeli meğer bir siyasetçi değil adeta bir Anadolu Evliyası imiş. Daha önce DEM’lilerden duyulmayan sözlerdi bunlar.
Oysa kısa bir süre önce CHP’nin yerel seçimlerde DEM ile bazı seçim bölgelerinde ittifak yapmasını, hem Bahçeli hem Erdoğan yasa dışı faaliyet olarak lanse ediyordu. “Demlenmek” çok kötü bir şeydi. Nitekim tutuklu olan Ekrem İmamoğlu’nun dosyasında suç istinat edilen eylemlerden biri de bu.
Erdoğan ve Bahçeli’nin Suriye’deki gelişmeler ve de iktidarın içeride sıkışması sonrası da olsa, barışı savunmaları iyi bir şey. Ancak bu iktidara seçmen desteğini artırmaya yönelik bir hamle ise, eğreti bir barış girişimidir. Önemli ölçüde de öyle algılanıyor zaten. Yani İmamoğlu öncülüğündeki muhalefete meyil eden Kürt seçmenleri, Cumhur ittifakına çekmek.
Bunu kim yapabilir ki? Tabii ki, bu anlamda başta Bahçeli olmak üzere Cumhur İttifakı’nın umudu Öcalan.
Ancak bu denli ağır ve tarihsel bir sorunun birkaç siyasetçinin masaya oturup, el sıkışarak çözmesi mümkün değildir. Yani Öcalan ile Bahçeli el sıkışırsa, barış güvence altına alınmaz. Çünkü bu çatışma hali sadece Devlet ile PKK arasında değildir. Bahçeli’nin ve benzerlerinin temsil ettiği siyaset ile Öcalan ve Kandil’in temsil ettiği çatışmacı siyaset topluma da yansımış bir gerilim hattını oluşturmaktadır.
Dolayısıyla barışın, toplumsal desteğe de ihtiyacı var. Bu nedenle görüşmeleri yapan siyasetçiler, bu konuda mesaj verirken daha özenli olmalıdırlar.
Şu sıra yaşama tutunma mücadelesi veren Sırrı Süreyya Önder’in bu süreçte verdiği mesaj, tam da söylemeye çalıştığım gerekçe ile talihsiz bir açıklama olmuştur. Aslında oldukça esprili, yumuşak ve candan bir tavrı olan Önder, “Cumhuriyetin ne hayrını gördüm ki, Konyalı işçi ne hayrını gördü, Zonguldak’taki işçi ne hayrını gördü, Diyarbakır’daki Kürt ne hayrını gördü…” deyip, Atatürk’ün kendini Allah yerine koyduğunu söyleyince, toplumun geniş kesiminde tepki çekti.
Şimdi Konyalı’ya, Zonguldaklı’ya, Diyarbakırlı’ya, Cumhuriyet’in hayırlarını saymaya kalkarsak bu sayfalar yetmez. Ayrıca radikal hamlelerini hep kutsiyet karşıtı olarak yapan ve bunu göze alan bir kurucu liderin, kendini Allah yerine koyması ifadesi, bir görüş olmaktan ziyade itibarsızlaştırmaya yönelik bir ifadedir.
Muhtemelen bu, Sarayın hoşuna gitmiştir ama Cumhuriyeti medenileşme olarak algılayan ve toplumun dönüşümde bu konuda epeyce mesafe alındığına da inanan kayda değer bir kitle var bu toplumda. Kutsayanlar da olabilir. Aynen bazı tarikat liderlerini, aşiret reislerini kutsayanlar olduğu gibi.
Köle pazarı vardı İstanbul’da. Baya insanlar alınıp satılıyordu. Cumhuriyet ile kalktı. Miras alamayan ve şahitliği geçersiz olan kadınlar, Cumhuriyet’in hayrını görmüştür sanırım. İslamcı kadınlar bile bu konuda Şeriatçı değil, Cumhuriyetçidir.
İlk Nobel Ödülü sahibi, Prof. Dr. Aziz Sancar, Mardin Savur’da doğmuş, etnik olarak Arap kökenli biri. Aldığı Ödülü ne yaptı hatırlıyor musunuz? Anıtkabir’de Ödül. “Çünkü O’nu sayesinde” dedi.
Onun için “Barış” çok değerlidir ama birkaç siyasetçinin el sıkışması ile gerçekleşmez. Toplumsal tabana yayılması için ayrı bir duyarlılığa ihtiyaç var.
Umarım sağlığına kavuşur ve bu sözlerine yönelik eleştirilerden haberdar olur Önder. “Belki de, Barış Halayı sadece Bahçeli ile olmaz” der, toplumsal ve tarihsel gerçekleri dikkate alarak. Kürt siyasi hareketini, ilk kez Meclis’e taşıyanların Cumhuriyetçiler olduğunu hatırlar.
İmamoğlu’ndan Özel’e meydanlarda Demirtaş’ı alkışlatmalarını hatırlar mutlaka. Kutuplaştırmanın mağduru olmuş siyasetçiler tekrar bundan medet ummamalı… Meydanlarda urgan atanlar ve Demirtaş’ı Hendek savaşından ölen gençlerin katili olarak tanımlayanlar ile barış bir pazarlık konusu olabilir.
Ama muasır medeniyet ile bir değerdir.