Pazar günü ekranlarda paskalya kutlamalarında gördüğümüz Papa Francis’in öldüğü dün (pazartesi) açıklandı.
Hangi inançtan olursanız olun bu Papa’dan razı olmalısınız diye düşünüyorum. Çünkü Papa Francis, yani Jorge Mario Bergoglio, sadece Katolik Kilisesi’nin lideri değil, aynı zamanda insanlığın vicdanına seslenen bir figürdü. Arjantin’in Buenos Aires kentinde mütevazı bir ailede doğan bu rahip, papalık makamına yükseldiğinde, sadece bir din adamı değil, adaletin, merhametin ve cesaretin sembolü oldu. Onun hayatı, inancın ve insanlığın kesişim noktasında, zor zamanlarda umut ışığı yakmanın mümkün olduğunu gösterdi.
Katolik Kilisesi’nin II. Dünya Savaşı sırasındaki tutumu, savaş sonrası dönemde hem tarihçiler hem de kamuoyu tarafından yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Kilise’nin Nazi Almanyası ve faşist rejimlerle ilişkisi, karmaşık ve çok boyutlu bir konudur. Bu dönemde Kilise’nin bazı temsilcileri direniş hareketlerine destek verirken, diğerleri Nazi veya faşist rejimlerle iş birliği yapmış ya da sessiz kalarak dolaylı olarak bu rejimlere alan tanımıştır. Savaş sonrası dönemde ise bu iş birliği iddiaları nedeniyle bazı papazlar yargılanmış, idam edilmiş ve kiliseler hedef alınmıştır. Aşağıda bu konuyu detaylı bir şekilde ele alacağım.
II. Dünya Savaşı sırasında Katolik Kilisesi’nin lideri Papa XII. Pius’tu (1939-1958). Pius’un savaş sırasındaki tutumu, tarihçiler arasında “sessizlik politikası” olarak adlandırılır. Nazi Almanyası’nın Yahudi Soykırımı (Holokost) ve diğer vahşetleri karşısında açık bir kınama yapmaktan kaçındığı için eleştirilmiştir.
Arjantin Cuntası ve Cesur Direnişi
1970’lerin Arjantin’i, askeri cuntanın gölgesinde bir korku imparatorluğuydu. “Kirli Savaş” olarak anılan bu dönemde, binlerce insan işkenceye uğradı, öldürüldü ya da “kaybedildi”. İşte bu karanlık günlerde, o zamanki rahip Bergoglio, sessiz ama kararlı bir kahramanlık sergiledi. Yüzlerce solcu aktivisti, sosyalisti ve rejim karşıtını cuntanın pençesinden kurtardı. Onları manastırlarda, kiliselerde gizledi; bazılarını ülke dışına kaçırdı. Bu, yalnızca bir din adamının değil, bir insanın yapabileceği en yüce fedakârlıktı. Bergoglio, kendi hayatını riske atarak, cuntanın zulmüne karşı durdu. Onun bu cesareti, Papa olduktan sonra bile mütevazı kişiliğinin ve adalet tutkusunun bir yansıması olarak hatırlanacak. O, güç karşısında eğilmeyen, zayıfın yanında duran bir liderdi.
Eşcinsellerin Cenneti: Kucaklayıcı Bir İnanç
Katolik Kilisesi, tarihsel olarak LGBTQ bireylere karşı hoşgörüsüz bir tutum sergilemiş, eşcinselliği günah olarak tanımlamış ve bu bireyleri dışlayıcı politikalar izlemiştir. Papa Francis, bu geleneksel duruşu yumuşatmak için önemli adımlar atmış, eşcinsel bireylerin Tanrı’nın çocukları olduğunu ve sevgiyle kucaklanması gerektiğini savunmuştur. Ancak, Kilise’nin resmi doktrini hâlâ eşcinsel eylemleri günah olarak görür ve eşcinsel evliliğe karşı çıkar. Francis’in “Eşcinseller de cennete girebilir” mesajı, pastoral bir merhamet vurgusu olarak öne çıksa da, doktrinel bir değişim yaratmamıştır. Bu nedenle, Kilise’nin LGBTQ bireylere yönelik tutumu, hem umut verici hem de sınırlı bir dönüşüm sürecindedir.
Papa Francis, Katolik Kilisesi’nin tarihine damga vuran bir başka adım attı: eşcinsellere yönelik yaklaşımı. Geleneksel doktrinlerin katı sınırlarını zorlayarak, “Eşcinseller de Tanrı’nın çocuklarıdır ve cennete girebilirler” dedi. Bu sözler, milyonlarca insana umut oldu. Kilisenin kapılarını, yıllarca dışlanmış olanlara açtı. Onun bu tutumu, yargılamadan çok sevgiyi, ötekileştirmeden çok kucaklamayı öğütleyen bir inancın temsilcisiydi. Francis, Tanrı’nın merhametinin herkesi kapsadığını hatırlattı; bu, belki de onun papalık mirasının en parlak noktalarından biriydi.
Pedofiliye Karşı Adalet Mücadelesi
Katolik Kilisesi’nde rahiplerin cinsel istismar suçları, özellikle pedofili vakaları, yıllardır ciddi bir sorun olarak gündemde. Bu mesele, Kilise’nin hem ahlaki otoritesine hem de kamuoyu nezdindeki güvenilirliğine büyük zarar verdi. Sorunun yaygınlığı, tarihsel kökleri ve Kilise’nin bu konuda attığı adımların yeterliliği tartışmalı bir konu. Katolik Kilisesi’nde rahiplerin cinsel istismar suçları, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya genelinde ortaya çıkan skandallarla dikkat çekti. Kesin sayılar tartışmalı olsa da, güvenilir kaynaklar on binlerce mağdur ve binlerce rahibi işaret ediyor.
Örneğin, ABD’de 2002’dek, Boston Globe’un araştırması, Boston Başpiskoposluğu’nda onlarca rahibin çocuklara cinsel istismarda bulunduğunu ve Kilise’nin bu suçları örtbas ettiğini ortaya çıkardı. ABD genelinde, 1940’lardan 2000’lere kadar yaklaşık 6.000 rahibin (toplam rahip sayısının yaklaşık %4-6’sı) istismarla suçlandığı tahmin ediliyor. Mağdur sayısı ise on binlerle ifade ediliyor.
İrlanda, Almanya, Fransa ve Belçika gibi ülkelerde de yaygın istismar vakaları raporlandı. Örneğin, 2021’de Fransa’da bağımsız bir komisyon, 1950’lerden bu yana yaklaşık 216.000 çocuğun Kilise bağlantılı kişilerce istismara uğradığını bildirdi. Almanya’da 2018 tarihli bir rapor, 1946-2014 arasında 3.677 istismar vakasını belgeledi.
2017’de bir kraliyet komisyonu, Avustralya’daki Katolik Kilisesi’nde 1950’lerden bu yana 4.400’den fazla çocuğun istismara uğradığını ortaya koydu. Şili, Meksika ve Filipinler gibi ülkelerde de istismar skandalları patlak verdi, ancak bu bölgelerde veri toplama daha sınırlı.
Skandalların en rahatsız edici yönlerinden biri, Kilise’nin bu suçları sistematik bir şekilde örtbas etmesiydi. İstismarcı rahipler genellikle başka bir bölgeye veya ülkeye transfer ediliyor, mağdurlar susturuluyor veya Kilise yetkilileri polise bildirimde bulunmaktan kaçınıyordu. Bu, suçların yaygınlaşmasına ve mağdur sayısının artmasına yol açtı.
Papa Francis, 2013’te papalık makamına geldiğinde, cinsel istismar skandalları Kilise’nin en büyük krizlerinden biriydi. Francis döneminde yüzlerce pedofil papazın cezalandırılması sağlandı. Francis, istismar vakalarını araştırmak için özel bir Vatikan komisyonu kurdu. Kilise içindeki suçları soruşturmak için daha şeffaf süreçler başlatıldı. Francis, istismarla suçlanan yüksek profilli rahipleri ve piskoposları görevden aldı veya rahiplikten attı. Şili’de, 2018’de 34 piskopos istismarı örtbas ettikleri gerekçesiyle istifa etti. ABD’de Kardinal Theodore McCarrick, 2019’da cinsel istismar suçlamaları nedeniyle rahiplikten çıkarıldı. Francis, Vatikan yasalarını değiştirerek, istismarla suçlanan rahiplerin daha hızlı yargılanmasını sağladı. Francis ayrıca mağdurlarla bir araya gelerek özür diledi ve onların acılarını dinledi. 2018’de Dublin’de yaptığı bir konuşmada, Kilise’nin istismar mağdurlarına karşı “utanç verici bir ihmal” gösterdiğini kabul etti.
Kilise, uzun yıllar boyunca pedofili skandallarıyla sarsılmış, bu suçlar genellikle örtbas edilmişti. Ancak Papa Francis, bu utanca sırtını dönmedi. Yüzlerce pedofil papazın cezalandırılmasını sağladı; Kilise’nin karanlık köşelerine ışık tuttu. Kurbanların sesini duydu, onların acısını paylaştı ve adalet için somut adımlar attı. Bu, kolay bir yol değildi; Kilise içindeki muhafazakâr direnişe rağmen, Francis, doğruyu yapmaktan vazgeçmedi. Onun bu mücadelesi, sadece Kilise’yi değil, tüm dünyada kurumsal hesap verebilirlik tartışmalarını etkiledi. O, gücü değil, hakikati seçti.
Gazze için Hasta Yatağında Dua
Francis’in son günleri, insanlık için dua ederek geçti. Gazze’deki savaşın acısını yüreğinde taşıdı. Hasta yatağında, bombalar altında yaşam mücadelesi veren masumlar için dua etti. Onun bu son eylemi, ömrü boyunca sürdürdüğü barış ve merhamet misyonunun bir özetiydi. Gazze’deki çocuklar, kadınlar, yaşlılar için döktüğü gözyaşları, onun evrensel bir vicdan olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Papa Francis, makamların değil, eylemlerin büyüklüğünün önemli olduğunu gösterdi. Arjantin’in cuntasına karşı duran genç rahip, eşcinsellere kucak açan Papa, pedofililere karşı adaleti savunan lider ve Gazze için dua eden hasta bir insan…
Bu Papa’yı “önce insan” olarak anımsayacağız.