RÖPORTAJLAR
23 Mayıs 2016 Pazartesi

Almanlar şapka çıkarıyor!

Gazeteci Hanzade Ünuz, Almanya’nın Köln kentinde Egetürk Genel Müdürü Ahmet Eden ile 50 yıllık başarı yolculuğunu konuştu.

Almanlar şapka çıkarıyor!

Kökleri İzmir’e, hatta Ayvalık’a kadar uzanan gerçek bir başarı öyküsü…

Ege’nin sıcaklığını, Anadolu’nun lezzetini gurbete taşıyan Egetürk.

Her şey 50 yıl önce başladı.

İzmirli girişimci Burhan Öngören 1966 yılında gittiği Almanya’da hayallerini gerçekleştirdi.

Kendi gizli formülüyle ürettiği sucuklar Avrupa’da aranılan bir marka oldu.

Almanya’nın Köln kentinde küçük bir el tazgahında başladığı sucuk yapımını bugün 50 ülkeye ihraç edilen 150 milyon Euro cirolu dev Egetürk markasına dönüştürdü.

Egetürk bugün Köln’ün en fazla vergi veren fabrikalarının başını çekerek başarısıyla Almanlara şapka çıkarttırıyor.

70 bin metrekarelik alana kurulu Egetürk tesisleri adeta küçük bir kasaba gibi.

Alman yetkililer bölgeye fabrika kurmak isteyen yatırımcılara örnek tesis olarak gösteriyor.

Burhan Öngören azmiyle Avrupa’da Egetürk gibi bir dev marka yarattı ve şimdilerde emekliliğin tadını çıkarıyor.

 ‘Dayısı kılıklı’ diye anılan yeğeni Ahmet Eden ise Burhan Öngören’den devraldığı Egetürk bayrağını daha yükseğe çıkarmak için var gücüyle çalışıyor.

Aslen İzmir Karşıyakalı olan ve 30 yıldır Almanya’da yaşayan Ahmet Eden, “Güven her şey ama onu koruyabilmek daha önemli” diyor.

Egetürk Genel Müdürü Ahmet Eden dün, bugün ve yarını anlattı…

Gazeteci Hanzade Ünuz, Almanya’nın Köln kentinde Egetürk Genel Müdürü Ahmet Eden ile 50 yıllık başarı yolculuğunu konuştu.

-Egetürk’ün  öyküsü nasıl başlıyor?

Egetürk’ün öyküsü 1966 yılında başlıyor. Bu  yıl 50. senemizi kutluyoruz.  50 yıl önce Burhan Bey İzmir’den Almanya’ya çalışmak üzere geliyor. Her akşam arkadaşlarıyla topladıklarında sürekli aynı sohbet yapılıyor. “Yiyecek şey bulamıyoruz” diye şikayet ediyorlar. Aralarında sürekli “Tavuk yemekten bıktık, neden burada bizim peynirlerimiz, yoğurtlarımız, zeytinlerimiz yok” diye konuşuyorlar. Bu konuşmaları dinleyen girişimci ruhlu Burhan Bey de, “Ben niye bunu yapmıyorum” diye düşünüyor.

-Burhan Bey yani Burhan Öngören dayınız oluyor değil mi?

Evet, Burhan Bey benim dayım. Yedi kardeşler, annem ise en küçükleri. Burhan dayımın görevi anneme bakmakmış. Her yere götürürmüş annemi. Tekerlekli bir kasası varmış, annemi oturtup çeke çeke gezdirirmiş İzmir’de. Annemi dayım büyütmüş yani.



DAYISI KILIKLI YEĞEN

-Erkek dayıya benzer denir, siz de Burhan Bey’e benziyor musunuz?

Benziyorum, annem hep ‘dayısı kılıklı’ derdi. Konuşmalarım gibi ideallerim de benziyor. Ben de her zaman için kendim bir şeyler yapmak istedim. Ticarete bakış açımız çok benziyor. Neredeyse aynıyız. Dayım da bu nedenle beni seçti herhalde. Şimdi ortanca kızı Deniz ile beraber şirketi devam ettiriyoruz.

-Dedeniz yani Burhan Bey’in babası Ayvalık’ta fırıncıymış?

Evet dedemi hatırlıyorum. Anneannem de çok zeki bir insandı. Zaten çocukları da o büyütmüş.  Girit’ten geldikten sonra Cunda’da terzilik yaparak çok çalışmış.

AYVALIK YILLARI

-Girit’ten Ayvalık’a göç ettiklerinde çok zorluk çekmişler mi?

Epey zorluk çekmişler. Dedem fırıncı olmadığı için çok zorluk çekmiş işi tutturuncaya kadar. Girit’te baharat tüccarlığı yapıyorlarmış ailece. Ayvalık’a göçten sonra dedeme bir fırın vermişler, o da uğraşa uğraşa işi öğrenmiş. Türkçesi de kırıktı, çok şekerlerdi. Anneannem hep İzmir’e taşınmak istemiş.

-Neden?

Açılım yapmak istemiş. “Ayvalık’ta benim çocuklarım çoban olacaklar, çıkalım buradan” demiş. O şekilde İzmir Alsancak’a taşınmışlar.

İZMİR’DE BAKKAL ÇIRAKLIĞI

-Burhan Bey çocukluğunda sokakta su satmış, patates yumurta satmış. Mecburiyetten mi yapmış bunları?

Abileri bakkal dükkanı açmışlar Alsancak’ta. O da yardım etmeye başlamış. Hep söyler, ben o bakkal dükkanı sayesinde çok şey öğrendim diye. Bakkalın önünde karpuz satarmış. 10 yaşlarından itibaren çıraklık yaparak büyüyor. Müşteriyle karşılaşmayı, mal almayı mal satmayı öğreniyor. Boş zamanlarda  da Kordon’da ayran satarmış. Ayranı pipet koyarak satmak için kendi kendine pipetler yapmış.

-Hep girişimci bir yaklaşım  var, sucuk işinde de öyle olmuyor mu?

Hiç bilmiyor sucuk yapmasını ilk başta Burhan Bey. Yıllık iznini alarak Türkiye’ye gidiyor. Önce helva yapımını öğreniyor, Karabağlar tarafında bir atölyede helva yapmaya başlıyor. Maksadı Almanya’da helva yapıp satmak. Ama gelmeden önce alternatif olarak ‘Ya helva işi tutmazsa’ düşüncesiyle sucuk yapmayı  da öğreniyor. Almanya’ya geldiğinde önce helva yapıp satıyor ama istediği ilgiyi göremiyor. Çünkü tatlı çeşitleri çok, helva rağbet görmüyor.

SUCUĞA HÜCUM

-Öncelikli ihtiyaç değilmiş demek ki helva…

(Gülüyor) Evet değilmiş. Alman bir kasap arkadaşı var, ona gidiyor bana sucuk yapar mısın diyor? Alman kasap da imalathanenin arkasındaki bölümü kiralıyor dayıma. “İlk başta sucuğa benzer bir şey yaptım” diye anlatıyor dayım. Ford’un yurtlarında kalan Türk işçiler sucuğu görünce “Aman sonunda yiyecek bir şey bulduk” diye büyük ilgi gösteriyorlar.

-Ne miktarda bir üretim yapıyor ilk başta?

Çok cüzi, 20 kilogram kadar. Zaten sabahları fabrikada çalışıyor, akşamları atölyede sucuk yapıyor. Çok kısa bir sürede büyüyor tabii. Bir hafta sonra bir misli, daha sonra iki misli… Yüz kilo, iki yüz kilo derken Türk sucuğu satılıyor diye duyan Türkler dayımı bulup sucuk almaya başlıyor. İş büyüyünce önce daha büyük bir atölyeye geçiyor, sonra da bir yer satın alıp orada üretime başlıyor.

70 METREKAREDEN 70 BİN METREKAREYE

-O sırada evli ve çocukları da var sanırım…

Çok zor tabii düşündüğün zaman. Şimdi biz böyle hikaye gibi anlatıyoruz ama çok büyük bir emek ve çalışma aslında.

-Büyük bir maceracı ruh taşıması lazım insanın…

Dayım kendi de söylüyor zaten, Almanya’ya ilk geldiğinde Almanca bilmiyor. Malzemeleri alacağı yeri de bilmiyor. Almanlar parasını hep peşin istiyor. Hepsiyle arkadaş oluyor, ikna ediyor. Çok sempatik biridir zaten dayım.

-Egeli sonuçta…

(Gülüyor) Evet Egeliyiz biz sonuçta, tatlı dilliyizdir biz. Buradaki Yunanlılarla, İtalyanlarla da arkadaş oluyor. Akdenizli buluşması oluyor.

-İlk fabrika açılıyor sonunda…

İlk fabrika Müllheim tarafında Berliner Strasse’de açılıyor, aslında 70 metrekarelik ufak bir atölye burası. Sonra daha büyük eski bir yağ fabrikasını satın alıyor dayım. Orada üretime geçiyor. Son olarak da şimdi bulunduğumuz Chorweiler’da 20 bin metrekarelik bir alana geçiyor. Bu fabrika beş kere büyüyor, şu anda 70 bin metrekare büyüklüğünde bir alanda hizmet veriyoruz.

-Hangi yılda bu son fabrikaya geçtiniz?

1980’li yılların başında,  30 yıldır buradayız. İlk başlarda bu bölge gelişmemişti, hiçbir şey yoktu. Köln Belediyesi o dönemde yer gösteriyor bize. Egetürk’ün varlığı bölgeyi de geliştiriyor.

KALİTEDEN ÖDÜN YOK

-O yıllar çok daha zor yıllar, nasıl kabul ettirmiş kendisini Burhan Bey Almanya’da?

Çok çalışkan olması, çok disiplinli olması kendisini kabul ettirmede yardımcı olmuş sanırım. Burhan Bey her zaman her tarafın en iyi yanını alır. Almanlar temizdir, çalışkandır, güvenilirdir. Onlara bakıp o özellikleri alıyor. Sonra Türklere bakıyor biz sıcakkanlıyız, gözü pekiz, cesuruz, atılganız. İletişimimiz güçlü, bu iki tarafın özelliklerini birleştirdiği zaman hem Almanların hem Türklerin hoşuna gidiyor. Yaptığı işte hem Alman mantalitesini iyi tanıması lazım, hem de Türkleri iyi bilmesi lazım. Başkaları da deniyor çünkü sucuk yapmayı ama  işçidir en ucuzunu yer diye ucuz malzemeyle yapıyor. Burhan Bey ise, “Ben kalitelisini yapacağım, Türk insanına en kalitelisini yedireceğim. Kaliteden hiçbir zaman ödün vermem” diyor.

-İlk günden itibaren bu felsefeyle başlıyor işe yani…

İlk günden itibaren benim halkım en iyisine layık, en iyisini almak ister diye düşünüyor. Çünkü biliyorsunuz biz çocuklarımıza en iyisini alırız, en iyisini yedirmek isteriz. Kendimiz yemeyiz belki ama çocuğumuza en iyisini yedirmek için uğraşırız. O nedenle hep en iyisini, en güzelini  yapmış,  insanlar da kabul etmişler. “Bizim için en iyisini yapıyor” diyerek sahiplenmişler. Burada yaşayan Türkler’in bizi bu seviyeye getirdiğinin bilinci içinde hiçbir zaman kalitemizi bozmuyoruz. Bozmayı da düşünmüyoruz.

HEP DAYIMI ÖRNEK ALDIM

-Türkiye’deyken  Burhan Bey ile dayı yeğen ilişkiniz nasıldı ?

Dayım hep nasıl başarılı olduğunu ve neler yaptığının öykülerini anlatırdı. Ben de masal gibi dinlerdim. Bana büyük bir macera gelirdi ve zaten hep dayımı örnek aldım. Kafamda hep ticaret vardı.

-Siz ne eğitimi aldınız?

Ben Bursa Uludağ Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği fakültesini bitirdim. Babam İzmir’de müteahhitti, başta aklımda Almanya yoktu. Burhan Bey çağırdı, birlikte çalışmak istedi. Ama eşimi ikna etmek güç oldu, İzmir’i bırakmak zor oldu bizim için.

-Kaç yıldır Almanya’dasınız?

30 yıla yakın. Ben ilk satış müdürü olarak işe başladım, sonra Burhan Bey çekilmeye karar verince Genel Müdür oldum. 10 yıldır da bu görevi sürdürüyorum.

-Almanya’da ticaret yapmakta zorluk çektiniz mi başta?

Tam tersine daha kolay geldi Almanya. Kuralları var, daha kontrollü. Önünüzü görebiliyorsunuz, o yıllarda Türkiye’de anormal enflasyon sıkıntısı da vardı.

-Siz başa geçtiğinizde nasıl bir fark yarattınız?

Biz fabrikanın teknolojisini yeniledik, fuarlar gezdik. Üretimi kontrol altına alıp daha teknolojik ve hijyenik  bir şekilde yapılmasını sağlamaya çalıştık. Ürünlerimizin kalitesinden ödün vermeden  en iyisini kullanmaya devam ettik.

-Yönetici tavrınızda önde gelen prensibiniz nedir?

Ben disipline de önem veririm, güvene de. Karşımdaki insanı da insan olarak görürüm. Bazen hataları affetmesini de bileceksiniz. İnsanları tanımayı yeğlerim, çalışırken nasıl bir karakteri olduğunu anlamaya çalışırım.

GÜNDE 100 TON ÜRETİM

-Kadronuz kaç kişiden oluşuyor?

Toplam kadromuz 170 kişi. Daha çok Türklerden oluşan kadromuzda Almanlar, Portekizliler, İtalyanlar da var. Çok kültürlü bir yapımız var. Günde 100 ton üretim yapıyoruz. 10 büyük kamyon her gün fabrikadan çıkar ve ürünlerimizi Avrupa’nın her köşesine iletir.

-Neyi asla kabul etmezsiniz?

Ben disiplinli bir yöneticiyim, aynı hatayı ikinci kere kabul etmem.  Hataları oluşmadan önce yok etmeye çalışırız, öncesinde müdahale ederiz. Biraz laçkalık olduğunda uyarırız, burada bir şeyler olacak burayı toparlayın deriz. Çalışanlarımızı da kendimiz eğittiğimiz için bizi çok iyi tanıyorlar. Kendi fabrikaları gibi işi benimsedikleri için en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar, o nedenle iş daha zevkli oluyor. Sizin yürümenizden, göz hareketlerinizden bile ne demek istediğinizi anlayabiliyorlar. Herkesin birbirine saygı gösterdiği bir aile gibiyiz.

-Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

Ben sabah saat 08.00’de masa başında olurum. Akşamüstü 16.00’ya kadar çalışırız ama ben daha çok kalırım. Ben 24 saat çalışıyorum, iş her an kafamda (gülüyor). Evde de çalışıyorum, burada da çalışıyorum.

TİCARET BİR HİS İŞİ

-Egetürk öyle kolay bir başarı öyküsü değil. Bugün geriye dönüp baktığınızda ‘Ya neler yaptık böyle’ diye şaşırıyor musunuz?

E tabii çok gurur duyuyor insan. İnsanın hoşuna gidiyor, takdir edilince ‘Aaa gerçekten’ diyorsunuz. Önemli olan bu başarı öyküsünü devam ettirmek. Bugüne dek çok güzel bir şekilde gelmiş bu öykünün bir yüzyıl ve daha uzun sürmesini  istiyoruz.

-Bunun altyapısını nasıl kuruyorsunuz?

Oğlum var, yeğenim var. Onların eğitimine çok dikkat ediyoruz.  Gelecek nesli en iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz ki bu bayrağı daha ilerilere götürsünler ve böyle kurumsallaşmış bir aile şirketi olarak kalsın.

-Türkiye’de 3. kuşak işleri genelde batırır…

Onu çok iyi organize etmek lazım. İlk kuşağın yaptıklarını dikkatle izlemek lazım. Onlar çok uğraşmışlar, siz de emek vermişsiniz daha ileriye taşımışsınız. Ondan sonra gelenler aman ne rahat diye yan gelip yatıyorlarsa buna izin vermemek lazım. O nedenle işi hak edene vermek gerekiyor. Eğer aileden hak eden bulunamıyorsa dışarıdan bir profesyonelle devam etmek gerekir. Ticaret bir his işi, sadece matematik değil. İçinde ticaret mayası da olması lazım. Heyecan duyması, 24 saat yaşaması lazım.

HER HAFTASONU ÇEŞME

-Nasıl dinleniyorsunuz?

Ben ailemle dinleniyorum. Ailemle olmaktan çok hoşlanıyorum, beni dinlendiriyor. Kısa tatiller yaparız.

-Ne kadar kısa?

(Gülüyor) En fazla iki gün, ben daha fazla tatil yapamıyorum. Yazın her hafta sonu Çeşme’ye gidip dönüyorum.

-Her hafta sonu Köln – Çeşme mi yapıyorsunuz?

Evet, eşim Çeşme’de uzun süre  kalıyor.  Ben hafta sonu iki gün kalıp dönüyorum. Üşenmeden her hafta sonu gidip geliyorum. Arkadaşlarımla birlikte sohbet ederek dinlenirim. Ben tabii İzmir’i, Çeşme’yi çok seviyorum. Bir günlüğüne bile giderim, çünkü değiyor. İzmir’de çocukluğum aklıma geliyor.

-Emeklilik hayalleri var mı?

Yok canım, daha yapılacak çok şey var. Ama ben Türkiye’ye gittiğimde Köln’ü, Köln’de de İzmir’i özlüyorum. Biz artık iki taraflı olduk.

GÜVEN HER ŞEY AMA…

-“Güven her şey ama güveni koruyabilmek çok önemli” diye bir sözünüz var…

İleriye dönük bir şey yaptığınız zaman bunu korumak çok önemli. Çünkü ben insanın bütün kredisinin güveni olduğuna inanıyorum. Bir markanın da aynı şekilde. Çünkü size güvenen binlerce insan var. Biz belki birçok televizyon ve gazeteden daha çok insanın evine giriyoruz. Tahminen 500 bin kişi her gün bizim ürünlerimizle karşılaşıyor. Onlarla doğru şekilde buluşmalıyız. Sadece yemeklerinin değil hayatlarının, sağlıklarının bir parçasıyız. Bir ürünü sattığınızda işiniz bitmez, onu takip etmeniz gerekir.

-Egetürk markasıyla ilgili araştırmalar yaptırıyor musunuz?

Avrupa’da etnik pazarda bilinirliliğimiz ve güvenirliliğimiz yüzde 90’ların üzerindedir. O nedenle Almanlar da ‘sarı paket , sarı paket’ diye Egetürk  ürünlerini arıyorlar.

BİZ BAKKALIN YANINDAYIZ

-Satış ağını nasıl oluşturdunuz?

Toptancılar bu etnik pazarlara ulaşmak için hallerden ürünlerimizi alıp marketlere dağıtırlar. Bizim 200’ye yakın toptancımız var. Miktarlı bir oranda bizden her ay satın alma yaparlar. Türklerin kurduğu etnik pazarlarda satışı olur. Biz yaşamasını önemsediğimiz için etnik pazara sahip çıkıyoruz. O pazarlar sürekli yaşasın istiyoruz. Etnik pazarı büyük satış ağlarına karşı korumamız gerekir.

-Süpermarket bakkala karşı meselesi gibi…

Biz bakkalın yanındayız (gülüyor). Don Kişot’luk oluyor ama bunu elimizden geldiğince sürdürmeye çalışıyoruz. Çünkü Almanların çok gelişmiş bir satış ağları var. Çok profesyonelce yapıyorlar, bu işlere de girmeye başladılar.

GALAKSİNİN EN İYİSİ !

-Ekşi sözlükte Egetürk için ne yazıyor biliyor musunuz, hiç baktınız mı?

Hayır bilmiyorum bakmadım.

-Galaksinin en iyi sucuğu yazmış birisi…

(Gülüyor) Aaaa bilmiyordum, süpermiş. Tebrik ederim, kimmiş onu yazan?

-Almanya’daki yakınlarımızdan tek sipariş ettiğimiz şey diye de yazmışlar.

Biz gerçekten müşterimize çok saygı duyuyoruz. En kaliteli etlerden, en kaliteli baharatlardan şaşmıyoruz. Biraz reklam gibi oluyor belki ama doğal fermente yöntemlerini kullanıyoruz. Geleneklerimize sadık kalmaya çalışıyoruz, biz mesela hiç beyaz et kullanmadık sucuk ürününde. Sucuk sığır etinden yapılır.

-Beyaz et derken, tavuk koyan mı var sucuğa?

Tabii ucuz olsun diye koyan var. Nişasta koyarlar su tutsun diye, suyu et fiyatına satmış oluyorlar. Biz o yöntemlere hiç girmedik. Sucuk ilk başta nasıl yapıldıysa, layığı ne ise biz o şekilde devam ediyoruz. Geleneksel metodu modernize ederek ve hijyene önem vererek kullanıyoruz.

-Eti nereden alıyorsunuz?

-Biz eti Avrupa’dan temin ediyoruz. Bu konuda Avrupa’da büyük bir altyapı var. Avrupa dünyada büyük bir et üretici konumunda. Sığır eti Avrupa’dan, kuzu etleri Yeni Zelanda ve Avustralya tarafından geliyor.

ÇOCUK GİBİ İLGİ İSTER

-Siz sucuk sever misiniz?

Çok severim, her gün de yerim. Çok severim, hiç de bıkmam. Her zaman yerim.

-Başka ülkelerde farklı ürünleri de dener misiniz?

Tabii, zaten bu iş hastalık oluyor. Sürekli yenilikler peşindeyiz, piyasada neler yapılıyor takip ederiz. Nasıl daha iyileştirebiliriz diye mikro değişiklikler yaparız. Sucuk 24 saat yaşayan bir üründür, yaptınız hemen oldu satın diye bir şey yok. Sucuk yavaş yavaş kuruyarak kendi olgunluğuna erişir. Çocuk gibi büyütmeniz, ilgilenmeniz bütün safhalarda başında durmanız gerekiyor.

-Sucuğun hazırlanması ve yenecek hale gelmesi ne kadar sürüyor?

Yaklaşık 10 gün içinde üretebilirsiniz. Pastırma daha uzun sürer, dört beş hafta gerekir. Salamlar daha kısa sürede hazır olur.

GİZLİ FORMÜLÜMÜZ VAR

-Kaç çeşit ürününüz var Egetürk bünyesinde?

Şu anda 45 çeşit ürünümüz var. Sucuk, salam, sosis, pastırma konularında branşlaştık biz. Bunların alt ürünleri de var. Kendimizi sürekli geliştiriyoruz.

-Bu aranılan lezzetin “Coca Cola” gibi gizli bir formülü var mı?

Evet, gizli bir formülümüz var. Fabrikada formülü sadece üç kişi biliyor, kesinlikle kimseye söylenmez. Gizleme için şifreleme yöntemlerimiz var. Baharatlar şifreli gelir ve o formül her zaman saklı kalıyor, saklı kalmaya da devam edecek.

-Bir yerde yazıyor mu bu formül?

Yazıyor ama ezbere de biliyoruz. Burhan Bey tarafından çok güzel bulunmuş çok farklı prosedürleri içeren bir formül, saklanması lazım.

ÖRNEK GÖSTERİLİYOR

-İşadamları genelde gergindir ama siz çok dingin duruyorsunuz, kendinize de fabrika içinde güzel bir köşe hazırlamışsınız…

Biz şöyle düşünüyoruz, hayat sadece iş değil.  Ne yazık ki Almanlar Türkleri statü olarak hakir görüyor, algıları o şekilde. Türkiye’yi görmedikleri için ne yazık ki algıları farklı oluyor. O nedenle biz beklenenden daha iyisini yaparak biz Türklerin başarılarını göstermek, Türkiye’yi tanıtmak istiyoruz. Mesela standarta göre 3 metre fayans yapmak gerekiyorsa biz fabrika duvarlarını tavana kadar fayans yaparız. Yerleri en iyi malzemeyle kaplarız.

-Masraftan kaçmıyorsunuz…

Alman uzmanlar fabrikaya geldiğinde hayret içinde kalıyor, ben şapka çıkartan Alman gördüm (gülüyor). “Bu kadar mükemmel  olamaz” diye şapka çıkardı, tebrik etti. Almanya’ya gelen bir Japon delegasyona en modern fabrika olarak bizi gezdirdiler. Alman firmalara “Gidin Egetürk’ü gezin, öyle fabrika kurun” diyorlar. NRW Eyaleti’nin Gıdadan Sorumlu Bakanı en iyi et fabrikasını görmek istediğini söylediğinde bizim fabrikamıza getirdiler, Bakan “Sizi çok takdir ediyorum” demişti.

Başarınız Almanya’da yaşayan Türkleri de gururlandırıyor mu?

Fabrikamızda çalışan Türkler Mercedes’te çalışanlar gibi Egetürk’te çalıştıkları için kendilerini çok iyi hissederler. Biz  her zaman en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Tüketicimizin de bunu takdir ettiğine inanıyoruz, sadece bir ürün olarak sevmenin yanında bize aidiyet duygusuyla da bağlanıyorlar. Bir fanatizm oluyor, hatta ürünlerimizi Türkiye’ye götürüyorlar.

TÜRKİYE’YE GİREMİYORUZ

-Ürünleriniz başka hangi ülkelerde satılıyor?

Hemen hemen dünyanın her yerine gönderiyoruz. Almanlar da çok seviyor sucuğumuzu. Avrupa’da da talep artımı görüyoruz. Yıllık 150 milyon Euro ciromuz var. 63 bin metrekare kapalı toplam 70 bin metrekarede üretim yapıyoruz. 50 ‘ye yakın ülkeye ihracat yapıyoruz. Ciddi şekilde de vergi veriyoruz. Köln’ün en çok  vergi veren şirketlerindeniz. O nedenle Köln Belediyesi bizi el üstünde tutar, her konuda destekler. Almanya bir sanayi ülkesi olduğu için hep ‘sizin için ne yapabiliriz’ anlayışıyla yaklaşırlar.

-Türkiye’de satılıyor mu Egetürk?

Hayır, Türkiye’ye gönderemiyoruz. Göndermek istiyoruz ama gönderemiyoruz. İthal etmek isteyen firmalar var fakat şu ana kadar gerekli izinleri Ankara’dan çıkartamadılar. Türkiye’nin ithalat mevzuatı buna uygun değil sanıyorum. Et ithal ediyorlar ama biz izin alamıyoruz. Aslında bu bizi incitiyor, biz bir Türk firmasıyız.

-Tröstleri mi aşamıyorsunuz acaba?

Muhtemelen. Biz yurtdışında Türkiye’yi temsil ediyoruz ama Türkiye’de bizi yabancı görüyorlar. Bu da bizi kırıyor, üzüyor doğrusu.

-Avrupa genelinde var mısınız?

Biz Avrupa’da her ülkeye ürün gönderiyoruz, aynı zamanda Arap ülkelerinde de varız.

-Yani Avrupa’nın gümrük kapısından geçiyorsunuz ama…

Her yerden geçiyoruz ama Türkiye’nin gümrük kapısından giremiyoruz.

-Hala bavulda mı gidiyor Egetürk Türkiye’ye?

Tanıdıklar telefon edip gelirken getir diye sipariş veriyorlar ama ben hangi birine yetiştirebilirim ki… (gülüyor) Keşke bir şekilde bu gümrük işini aşsak. Yetkililerden bu konuda çözüm bekliyoruz çünkü yasal olarak kanunlarda bir yasak yok. Engelleri aşamadık ama ileride inşallah çözülecek.

DÜNYA TÜRK LEZZETİNİ TANIYACAK

-50 yıl kutlaması yapıldı mı?

Mütevazı çalışmalarımız olacak, bir pul çıkartıyoruz. Reklamlar ve basın toplantılarıyla lansmanlar yapılacak. Ama tabii önemli olan bir 50 yıl daha başarılı olmak.

-Peki Ahmet Eden bundan sonra neyi hedefliyor?

Ahmet Eden Egetürk’le en iyi yerlere gitmeyi hedefliyor. Bizim amacımız tanınırlılığımızı artırıp bir dünya markası olmak. Sucuk dendiği zaman Egetürk’ün anımsanmasını istiyoruz. Kırgızistan’a bile sucuk gönderiyoruz. Bütün dünyaya Türk damak zevkini, etnik tatlarımızı götürmek istiyoruz.

-Etnik lezzeti, Türk lezzetini dünyaya taşımak istiyorsunuz…

Bu elçiliği yapmayı hayal ediyoruz. Bizim aslında çok güzel bir mutfağımız var. Bu mutfağı bütün dünyaya tanıtmalıyız. Türk dediğin zaman, Türk mutfağı dendiğinde insanların aklına spesifik şeyler gelmeli…  Türk mutfağı denince sucuk akla gelse, pastırma gelse ya da pide gelse diğer birbirinden özel lezzetlerimiz gelse ne  güzel olur.

 
Kopmuş hayatları dikiyor
 
Patron antrenördür!
YORUMLAR
Toplam 2 yorum var, 2 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 
Berkant Mısır 2 Eylül 2018 Pazar 11:31

Gurur duyuyoruz her yere gönderiyorsunuz Türkiye göndermiyorsunuz. Bence Türkiye göndermeye hiç gerek yok. Orda fabrika açınız. Bence bunu düşünüz sizi kalkındıran gurbette yaşıyan Türk Milleti Almanya''dan Türkiye''ye değil Türkiye''den dünyaya üretin. Saygılar

Yorumu oyla      9      5  
Ragıp şenyurt 23 Mayıs 2016 Pazartesi 11:46

uzun yıllar almanyada çalıştım. Maalesef Egetürkü tanımıyorlar. Emekli oldum Turkiyede yaşıyorum ama Egetürk mamullerini arıyorum. Çok güzel yazmışsin kızım aferin.

Yorumu oyla      11      5  
FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Kopmuş hayatları dikiyor
Hanzade Ünuz, Fark Yaratanlar’da EMOT Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. ...
İzmir’de her 10 kişiden biri Alzheimer riskine sahip
Psikiyatri Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Saffet Gönül ile ...
Ne kadar erken yaş, o kadar kötü!
Gönül Soyoğul sordu, Prof. Dr. Ali Saffet Gönül Alzheimer’ı anlattı...
 
Assolistimiz enginar!
Hanzade Ünuz, Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar ile “Uluslararası Enginar ...
Reklamcılık uyanmama sebep oldu
Hanzade Ünuz, Fark Yaratanlar’da “Paristanbul” Reklam Ajansı Başkanı ve ...
Her şey sevmekle başladı…
Fatih Yapar sordu, Levent Piriştina yanıtladı...
 
Her şeyi yapabilirler ama onurumu alamazlar!
İzmir Tabip Odası seçimlerine 18 gün kala görevinden Valilikçe uzaklaştırılan ...
21 milyon kadını evde oturtarak…
İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, ülke ve ...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç!
Gazeteci Hanzade Ünuz Ege’de Sonsöz için sordu, CHP İzmir Milletvekili ...
 
Tayfun MARO
Tayfun MARO
Türk kimliğine husumet beslemek
Ender ALDANMAZ
Ender ALDANMAZ
İmamoğlu’nun el uzattığı Somalı köylüler
Mehmet KARABEL
Mehmet KARABEL
Erken seçim hangisine yarar?
Nedim ATİLLA
Nedim ATİLLA
Mahfi Eğilmez’den Yeni Ekonomi ve Çevre
Nüvit TOKDEMİR
Nüvit TOKDEMİR
Endüstriyel futbol öğütüp yutuyor!
Muhittin AKBEL
Muhittin AKBEL
Bugün hepimiz çocuk olalım!
Engin ÖNEN
Engin ÖNEN
Görgüsüz açlık ve ikiyüzlü siyaset!
Fatih YAPAR
Fatih YAPAR
Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek!
Dr. Berna BRIDGE
Dr. Berna BRIDGE
Çok başarılı bir STK örneği: EÇEV
Cumhur BULUT
Cumhur BULUT
Bizim Yahudiler neden susuyor?
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
FACEBOOK'TA EGE'DE SON SÖZ
GAZETE EGE'DE SONSÖZ
KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri
Maxiva