Bir kafede yan masadan, vapurda karşı koltuktan, gençlerin yoğun olduğu yerlerde duyduğumuz ortak bir cümle dikkat çekici: “Bu dünyaya çocuk mu yapılır?”

Eskiden bu cümleyi hayattan bezmiş bir amcaya yakıştırırdık; şimdi 20 yaşındaki genç söylüyor. Üstelik kahvesinin yanında sigarayı içerken gayet kararlı bir tonla.

Gençlerin bu cümleyi neden tekrar tekrar söylediğini anlamak için EgedeSonsöz’de de yayımlanan TÜİK verilerine bakıyoruz. Sonuç? Kayıtlara geçecek türden bir kaygı yaratıyor. Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı 2001’de 2,38 iken, 2024’te 1,48’e düşmüş. Yani nüfus yenilenme seviyesinin (2,1) bayağı altında. Daha açık konuşalım mı? Ülke, kendi kendini çoğaltmakta isteksiz. Gençler değil; rakamların kendisi bile “bu dünyaya çocuk mu yapılır?” diyor.

Doğurganlık hızının 2014’ten beri aralıksız düştüğünü görünce, “Acaba gençler topluca bir yemin mi etti?” diye düşünmüyor değil insan. Hani bazı ülkelerde evlilik yüzüğü takılır, bizde “gelecek kaygısı yüzüğü” takılıyor sanki. Her yıl biraz daha sıkan bir yüzük…

Özetle denilecek şey şu: Türkiye, nüfusun kendini yenileme kabiliyetini kaybediyor! Bu çok ciddiye alınması gereken bir durumdur!

Türkiye’nin doğurganlık hızı haritası

Şimdi bir düşünün. Gencin biri sabah uyanıyor, telefonunu açıyor. Dünyanın bir köşesinde savaş, öbür köşesinde iklim krizi…

Memlekette kira fiyatları zirvelerde kamp kurmuş. Asgari ücret, market sepetinin içine saklambaç oynamaya başlamış.

Sonra genç aynaya bakıp kendine soruyor:“ Ben daha kendimi doyuramıyorum, yaşatıp büyüteceğim çocuğa nasıl inanayım?”

Ekonomi dediğimiz şey, gençler için artık istatistik falan değil; tamamen bir konut ilanı hâline geldi. “Bu eve çocuk değil, nefes bile sığmaz,” diye düşünürken, doğurganlık hızının 1,48’e düşmesi şaşırtıcı mı?

Ve de iklim krizi…Bir yanda kuraklık, öte yanda seller, ortada kavurucu sıcaklar. Genç bir kadın şöyle demişti; “Evdeki çiçekler bile hayatta kalamıyor, çocuk nasıl yaşasın?” Bu lafın altındaki sosyolojik gerçeklik, herhangi bir panelde konuşulanlardan daha derin aslında.

Ve tabii dünya…Barışın “b”si yok, huzurun harfleri dökülmüş, gelecek dediğin şey Netflix’in distopik dizilerine benzemiş. Gençler haklı olarak soruyor: “Benim çocuğum hangi sezon finalinde yaşayacak?”

Uzmanlar diyor ki, bu düşüş böyle devam ederse Türkiye, AB ortalamasının da altına inecekmiş. Yani gençler böyle devam ederse, nüfus piramidi ters dönmekle kalmayacak, piramit olmaktan çıkıp ince uzun bir çizgiye dönüşecek.

Sosyal güvenlik sistemi çökecekmiş, iş gücü azalacakmış, yaşlı nüfus artacakmış…Gençler bu tabloyu duyunca ne diyor biliyor musunuz? “Ben kendi sosyal güvenliğimi çözememişim, ülkeninkini mi düşüneyim?”

Ama bütün bu ironiye rağmen gençlerin mesajı aslında çok net. “Çocuk yapmak istemiyoruz” demiyorlar; “Bu koşullarda yapmayalım bari” diyorlar. Onların talebi çok net görünüyor aslında. Biraz umut, biraz güven, biraz gelecek…Hani dünyayı tamamen güzelleştirelim demiyorlar. Sadece çocuğun doğup da “neden beni buraya getirdiniz?” diye hesap sormayacağı bir ülke istiyorlar. Malum sosyal medyalar böyle konuşan yapay zeka bebekleri ile dolu.

Sonunda anlıyoruz ki mesele çocuk değil; mesele dünyanın kendisi. Gençlerin sorusu aslında şöyle: “Bu dünyaya değil de, biraz iyileştirilmiş bir dünyaya çocuk yapılır mı?”

Bu soruya cevap verebilirsek, belki bir gün bu cümlenin yerini daha umutlu bir şey alır.

Ama bugün için durum net. Türkiye, nüfusun kendini yenileme kabiliyetini yeniden kazanamazsa gelecek neslin işi zor. Çok zor!