110 yılda, 30 yıl arayla iki defa Dünya Savaşı çıkararak sağlanan göreceli istikrar ancak 80 yıl sürdü. Tabi, buna istikrar denirse… Ve sistem yeniden dengeden çıktı.

Şimdi, tükenişten çöküşe trajik bir yol hikayesinde, yıkılışın tam orta yerindeyiz.

Doksanlardan beri paradigma çökmesi dile getiriliyor. Önceleri, ABD’de, Avrupa’da entelektüeller bu çöküşe dikkat çekiyordu, ancak pek dikkate alınmıyordu. Zamanla, duyulan kaygının entelektüel gevezelik olmadığı anlaşıldı.

Paradigma çökmesinden, sistemi ayakta tutan bütün değerlerin tükenişini anlıyoruz. Devletlerin ve toplumların sistemde varoluş koşullarının ortadan kalkması sonucu ortaya çıkan durum.

Neo liberal dönemde, kapitalist sistem dengeden çıktı. Ve daha sonra görüldü ki dengeye geri dönüş yok. Böylece, kıyamet alametlerinin koşulları oluştu.

Kıyamet alametleri, derinleşen yoksulluğun çıkışsızlığında, sokakları kuşattı. Artık sokaklar tekin değil. Durum, Avrupa metropollerinin sokaklarında da aynı. Çözümsüzlük girdabında çaresiz kalan insan suç işleyerek kendisine maddi imkân sağlıyor veya düzenden kendince intikam alıyor.

Değerler sistemi çökerken elbet de siyasal alan çöküşten nasibini ziyadesiyle aldı. Toplumsal çürümenin siyaset kurumuna sirayeti fazla zaman almadı. Bileşik kaplar kuralı işledi, toplum ve siyaset aynı kaderi paylaştı.

Yanı sıra, değerler sisteminin çöküş sürecinde, solda yaşanan dağılma ayrıca büyük hayal kırıklığıydı. Ve elan solda olan biten, solun ideolojik mastürbasyonundan başka bir şey değil.

Yeryüzünü yöneten muktedirler hiçbir zaman bütün insanlığa huzur ve güven içinde yaşayacağı koşulları sağlamadı. Sadece vaat etti. Batı, gelişmekte olan ve az gelişmiş olarak kategorize ettiği ülkeleri sömürerek kendi halklarına görece refah sağladı. Fakat o refahın da sonu gelmiş bulunuyor.

Vaatlerle oyalanan insanlığın çıkışsızlığı ve değerler sisteminde yaşanan büyük çöküş, insanlığın içine sürüklendiği kıyametin öncülleridir.

Paradigma çöktü, yoksullar ayağa kalkıyor. Kıyamet kapıda.