Sanırım bu, lideri Abdullah Öcalan’ın üçüncü silah bırakma ve örgüt fesih çağrısı. Bu üçüncünün öncekilerden epey faklı olduğu bir gerçek. En azından Suriye’deki gelişmeler ve buna bağlı olarak MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, bu sürecin adeta moderatörlüğünü üstlenmesinden bu farkı daha iyi anlıyoruz.
Görüşmelerin neredeyse bir yıldır devam ettiği, kamuoyu ile paylaşılan Öcalan mektubu dışında da epeyce doküman olduğu söyleniyor ki, aksi düşünülemez. Ama biz oradaki detayları bilmediğimiz için mektuptan, DEM temsilcilerinin açıklamalarından bazı sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz.
Bahçeli’nin şartsız koşulsuz silahlar bırakılsın, örgüt fes edilsin, önerisine uygun bir cevaptı Öcalan’ın kamuoyunda paylaşılan mektubu. Ama satır araları var tabii. Aynen Bahçeli’nin, “Gelsin umut hakkından yararlansın” sözünde olduğu gibi.
Silah bırakmanın sınırlı olacağı ve zaten PKK yerine Suriye’de Öcalan’a bağlı neredeyse yüz bin kişilik silahlı gücü olduğu dile getirilmektedir. ABD ve İsrail’in silah ve eğitim desteğine sahip olan bu devletçiğin güç kazanması, Bahçeli’yi harekete geçiren en önemli nedenlerden bir olsa gerek.
Öcalan’ın mektubu ya büyük övgüyle ya da nefret ile ele alındığı için, entelektüel yanı yeterince tartışılmadı. Aslında Öcalan’ın iyi okuduğu bu üç sayfalık mektuptan da anlaşılıyor az çok. Değişik kavramlaştırmalar da dikkat çekiyor.
En kritik değerlendirmelerden biri, PKK’nın Cumhuriyet’in tekçi ve inkarcı politikalarının sonucu olan baskıcı ortamda doğduğu tespiti. Ayrıca örgüt stratejisi ve taktiği olarak reel sosyalizmin ağır etkisinde kaldıklarını buna ekliyor.
Bu iki ana değişken önemli elbette. Ulus devletin tekçilik baskısı ve reel sosyalizmin ideolojik etkisi. Her iki sürecin de artık miadını doldurduğunu söylerken, bu dönüşüm sonucunda PKK’nın da benzerleri gibi miadını doldurduğunu, kendini fes etmesi gerektiğini ilan ediyor.
Cumhuriyet, radikal bir modernleşme projesidir. Baskıcıdır, tepeden inmecidir. Osmanlı mirası bir toplumdan, yeni bir toplum oluşturma projesidir. O çağın koşulları gereği, Atatürk’ün de etki altında kaldığı modern devletler, ulus devletler vardı.
İmparatorluk devam ettirilmeyecekti, din devleti olmayacaktı. Ulusu devlet hedefti. Devlet oluştu ama ortada ulus yoktu. İmparatorluk bakiyesi toplumda, Mübadele ile gelenler de dahil, çok dil ve çok din vardı. Bu nedenle asimilasyona başvurarak tek dil ve tek din benimsenmişti. Diğer diller ve dinler asimile edilerek ulus yaratılacaktı.
Kürtler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar ve Türk olmayan diğerleri Türkçe konuşacak ve resmi dil Türkçe olacaktı. İslam’ın Sünni yorumu devlet dini olacak ama Aleviler, Bektaşiler, Süryaniler, Nusayriler yok sayılıyordu.
Bunlar 19. Yüzyılın yaygın ve çağdaş devlet formuydu. Bunu da ancak baskıcı yöntemlerle gerçekleştirmek mümkündü. Kürtçe gizli konuşulan dil oldu, Cemevleri kapatıldığı için Aleviler de evlerde gizli gizli cem töreni yapmaya başladılar.
Ancak, dine değil de ulus egemenliğine dayanan bir Cumhuriyet, esas itibarıyla muasır medeniyet projesi olduğu için dönemin tarihsel koşulları içinde, şimdi kabul etmenin mümkün olmadığı bazı uygulamalara sahipti.
Cumhuriyet donuk bir manzume değildir. Kuruluş hikayesinin tarihsel ve sosyolojik koşulları içinde otoriter bir rejim olarak doğdu. Ama felsefesi “İlhamımızı, gökten indiği sözlerden değil, hayatın gerçeklerden alıyoruz” şeklinde tarif için dönüşüme kapalı değildi.
Güçlerin birliği ilkesi ile başlayan Cumhuriyet, 61 Anayasası ile birlikte güçlerin ayrılığı ilkesini benimsemiştir. Cumhuriyet’in yasakladığı Cemevlerinde, bugün Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli posterlerinin yanında Atatürk’ün posterinin olması da bu konuda çok ilginç bir olaydır.
Tekçi ve inkarcı uygulamalardan, asimilasyon politikalarını baskı olarak yaşayan Alevi ve Bektaşiler nasıl oluyor da böyle bir Cumhuriyet’in kurucu liderini, bu derece benimsemektedirler? Çünkü Cumhuriyet, modernleşme felsefesine dayandığı için, kaçınılmaz olarak modernleşmektedir.
Bu durum, Öcalan’ın mektubunda, PKK’nın ömrünü tamamladığını açıklarken, “tarihsel, toplum sosyolojisi cevap vermemektedir” sözleri ile açıklanmıştır.
Bazı 2. Cumhuriyetçiler, İslamcılar ve bazı liberallerin söylediği gibi “Cumhuriyet, İran’da da var” şeklinde basitleştirilemez. Türkiye’de Cumhuriyet, temeline kutsalı değil de sosyal hayatın gerçeklerini koyduğu için, değişmek dönüşmek zorundadır. Bu nedenle Cumhuriyet, sadece ulus devlet değil, temelinde muasır medeniyet olan bir modeldi.
Sonuç olarak tarihsel toplum sosyolojisine göre, kendini yenileyebilme kapasitesini içinde barındırmaktadır. Yüz yıllık serüven bunun örnekleri ile doludur.