İlk defa tanık olduğumuz bir tören oldu. Bu törende kazana 30 PKK’lı, 30 Kalaşnikof koydu ve ardından kazan ateşlendi. Daha sonra okunan bildiride, öyle Erdoğan’ın ama’sız ve koşulsuz silah bırakma ifadesine rastlanmadı.

Sembolik olarak bir tören yaptık, şimdi sıra sizde dendi. Yani, pazarlık yok ya da al ver yok gibi çocuksu laflar yerine, demokratik entegrasyon ve yeni düzenlemelerin beklendiği söylendi.

Kandil’den sonra sıra Kızılcahamam’daki tarihi olacağı ilan edilen, konuşmaya çevrildi gözler. Konuşma ne kadar tarihiydi bilmiyorum. Yeni bir vizyondan söz edilebilir kısmen. Cumhuriyet ile hesaplaşma ve yeni Osmanlıcılık önerisi. Türkler, Kürtler ve Araplar, yani Müslümanlar, birlikte yeni bir kimlik üzerinden Ortadoğu’da bir arada olabilir.

Diğer etnik gruplar ya da mezhepler ne olacak? Bu mesel 100 yıldan daha fazla zaman önce tartışıldı. Üç Tarzı Siyaset. Yusuf Akçura.

Atatürk, ulusçulukta karar kıldı. Dönemi itibarıyla çağ, İmparatorlukların sona erdiği ve ulus devletlerin ortaya çıktığı çağdı. Çağdaş model buydu.

Ama bir İmparatorluk bakiyesinden nasıl bir ulus yaratılacaktı. Devlet vardı ama ortada ulus yoktu. Onlarca etnik grup bir ulusa nasıl dönüşecekti. Asimilasyon ile.

Balkanlardan gelenler, kendilerine yeni bir vatan verildiği için, asimilasyonu gönüllü kabul ettiler göreceli olarak.

Yerleşik halk olarak Kürtler önce aşiret ayaklanmaları ile buna karşı çıktılar daha sonra da ulus devlet uygulamasının sorunlarına bağlı olarak siyasallaştılar. Kırk, elli yıl önce sosyalist ideolojinin de etkisiyle “ulusların kaderlerini tayin hakkı” ilkesine dayandırdılar isyanlarını.

Reel sosyalizm çökünce de, PKK (Kürdistan İşçi Partisi) ismi değişmese de, amblem ve bayraklardan orak çekiç çıkarıldı. Şimdi artık PKK ismine de gerek kalmadı. Başka adlar altında Kürt örgütlenmeleri, uluslararası konjonktürün de etkisiyle devletçiklere ve ordulara sahip oldu.

Kazanda yakılan 30 silah bu anlamda tamamen sembolik bir törendi. Ne PKK kendini feshedebilir ne de silah bırakabilir. Olsa olsa, artık PKK adı anlamsızlaşabilir ve Türk Ordusu ile savaşmaktan vazgeçebilir.

Silahlar tabii ki yakılsın ve hatta hiç kullanılmasın. Ancak Orta Doğu’da ne etnik siyasal hareketler ne de Cihatçı gruplar silahsızlaşırlar. Bu gruplara kimlerin silah verdiğiyle de ilgili bir durum bu.

30 Kalaşnikofu örgüt bir şekilde silah tüccarlarından temin edebilir. Ama yüz binlerce silah ve ağır makineli tüfek, tank ve top için aynı şeyi söylemek gerçekçi olmaz.

Kızılcahamam cephesine bakıca, burada da somut bir adım söz konusu değil. Erdoğan tarzı bir ortalığı karıştırma ve cepheleştirme hamlesi geldi bu toplantıdan. “Biz yolumuza, AKP, MHP ve DEM ile devam edeceğiz.” Yani, yeni cephe bu. Bir yıl öncenin şeytanı, şimdi melek olmuştu.

Cephe olunca düşman da lazım. CHP, bu işin içinde olamaz. Ona ihtiyacımız yok. O düşman cephesinde olmalı. Ancak bu kadar önemli ve toplumsal mutabakat gerektiren bir çözüm CHP olmadan nasıl olacak ki?

Bu üçlü ittifak ile iç cephe nasıl tahkim edilir? Mümkün değil. Bu olsa olsa iç cephede, kutuplaşama hamlesi olabilir. İslamcılık üst kimliği ile üstelik.

DEM’li yetkililerden itiraz gecikmedi. “Biz sadece bu süreç ile ilgili ittifak yapıyoruz. Her konuda değil. Görevden uzaklaştırılan Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk de, CHP’li belediyelerde kayyumlar dururken, Mardin’dekinin kalkmasını kabul edemeyiz.”

Erdoğan’ın evdeki hesabı çarşıya uymadı. CHP, uzun zamandır zaten, barış veya terörsüz Türkiye önerilerini destekliyordu. Şimdi siz, Zafer Partisi ve İYİ Parti gibi karşıya geçin, bize düşman lazım demek anlamsız.

Kötüye yormamak lazım belki ama henüz iki taraf açısından da somut bir adım atılmış değil. Bu da o kadar kolay değil. Barış ve eşitlik, hukuk ve demokrasi gerektirir.

Öcalan, meşru siyasi aktör olduğu halde, Selahattin Demirtaş niçin hapiste? Onu bırakırsan Osman Kavala ve Can Atalay’ı nasıl içeride tutacaksın? DEM’li belediyelerden kayyumu kaldırırsan, CHP’li belediye başkanlarını ne yapacaksın?

Bütün bunlar hukuka ve demokrasiye dönmeyi gerektirir ama henüz buna ilişkin bir adıma rastlanmamıştır.