Binlerce insan Gündoğdu'da, barış isterken yitip giden canları anmak ve terörü lanetlemek için toplanmıştı. İnsana umut veren bir kalabalık vardı.
Mitingi DİSK ve KESK düzenlemiş… Dolayısıyla kürsü onlarındı. Haliyle kürsüden konuşanları dinledim. Hazindir, kürsüdekileri dinlerken o anlamlı kalabalıktan uzaklaştığımı hissettim.
Devrim şehitlerini anıyormuşuz, işçi sınıfı iktidar olacakmış, işçi sınıfı öncüymüş, kimse devrimin önünde duramazmış, devrim şehitleri ölmezmiş, işçiler, emekçiler alanlara akıyormuş, birleşe birleşe iktidara yürüyormuşuz… Sol yumruklar havaya…
Bir türlü o güzel insanların sadece ve sadece barış isterken öldürüldüklerini söyleyemediler. Bizlerin sadece bu aşağılığın da aşağılığı cinayetlere karşı çıkmak için orada olduğunun farkında değillerdi. Kürsüdekilerin derdi başkaydı. Hazır kalabalığı bulmuşken yağdılar, gürlediler.
Devrim yapacağını söyledikleri işçi sınıfı bizim belediye çalışanları… Çoğu hatır ilişkileriyle belediyelere kapağı atmış… İzmir'de hayat güzel, balık/rakı falan… Ne devrimi!
Sadede gelelim; İşçi sınıfının kendisi için sınıf olmadığını geçen yüzyılda acı tecrübelerle öğrendik. Devrim yapmak gibi bir dertleri olmadığını ve işçilerin, emekçilerin kahir çoğunluğunun AKP'yi desteklediğini biliyoruz.
12 Eylül darbesinden sonra ne devrimci bir işçi sınıfı ne sendikal mücadele, ne de sınıf sendikacılığı kaldı. Hem de ilk 24 saatte hepsi yerle yeksan oldu. Devrimci Yol, Devrimci Sol gibi örgütlerin nasıl hızla çözüldüğünü biliyorum. Polislerin içinde cirit attığı bir örgüttü… Yaşadıklarımı, bildiklerimi kimse bana öğretmeye kalkmasın.
Ayrıca, bilinmeli ki, hapis yattım, işkence gördüm diyerek diyet isteyen insandan devrimci olmaz.
Türkiye'de son 35 yıldır işçi sınıfının öncülüğünde verilen sınıf mücadelesinde ne değişti de devrim gerçekleşiyor, işçi sınıfı iktidara yürüyor?
Seksen öncesindeki DİSK'ten ve sınıf mücadelesinden geriye ne kaldı, hele bir anlatsınlar da sonra kürsülere çıkıp atıp tutsunlar. Yitik 35 yılın hesabını vermek gerek, darbe mazeretinin arkasına sığınarak nereye kadar? Belediyeler çekilse DİSK'ten geriye fazla bir şey kalmayacağını biliyoruz.
Öylesine konuşuyorlar işte!
Sol dünya görüşü, Marksist düşüncenin yeni açıklamalarına ihtiyaç duyulan bir değişim süreci yaşıyor. Solun yeni tezleri üstüne tartışma yeryüzünde bütün hızıyla sürüyor.
Dünya nüfusunun %75'i yoksul iken sosyalist devrim kimsenin umurunda değilse, Sovyetik sistem bile ayakta kalamadıysa, durup bir bakmak gerekmez mi, nerede hata yaptığımıza?
Kapitalizmin çökeceğini öngörmek mümkün ama yerine işçi sınıfı öncülüğünde sosyalist sistemin inşa edilebileceğine dair hiçbir veri yok, öncül ortaya çıkmış değil.
Syriza bu tartışmaların ve yeni sosyolojinin bağrından çıktı. HDP'nin de benzer bir siyasi çizgi izlemesi kuvvetle muhtemeldir. Küresel kapitalizmin kentsel mekanlarda yeniden örgütlenmesi, yeni analizleri ve yeni mücadele biçimlerini gerektiriyor.
Gelin görün ki bizim kürsü devrimcileri, en son hangi kitabı veya dergiyi okudularsa, en az kırk yıl öncesinin koşullarında oluşan dili ve bilgileri kullanıyorlar. Hiçbir şey söylemeden öylesine ajitasyon yapıyorlar. Artık kim ajite oluyorsa! Tembelliğin bu kadarına da pes doğrusu!
Acılarımızı ve öfkemizi kullanmaya kalkışan herkesin bilmesi gerekir; Türkiye çok zor zamanlardan geçiyor. Ve çok daha zor günler hepimizi bekliyor. O kürsüde söylenenler bu zor günlerde duymayı arzu ettiklerimizin çok ama çok azına karşılık geliyor. Başımız dertte ve söyledikleriniz derman değil.
Arzumuz, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde, üst aklın değil ortak aklın gereğini yerine getirmenizdir. Boşuna denemeyin, öncülük yapacak durumda değilsiniz.

Keşke o alanda sadece sessizliğimizden damıttığımız acımızı ve öfkemizi göstermeyi başarabilseydik.