Evet, Dünya düzeni değişiyor. Ancak değişimin sokaktaki insana ne ifade ettiği pek dikkate alınmıyor.
Değişimin sokaktaki tanımı, “körün fil tarifi” gibi… Herkes tuttuğu yerden tarif ediyor, kurulmakta olan Dünya düzenini.
Gerçek yürüyor; Sistem dengeden çıktı ve sürekli erör veriyor, belli ki geri dönüş yok. Paradigma çöküyor. Sanayi devrimi sonrasına hazırlanan yeryüzüne belirsizlik hâkim. Problematik sıkıntılı.
“Değişimi nasıl okumak gerekir?” sorusunun yanıtı muğlak olunca konsensüs oluşamıyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Öyle ki Dünya dijital devrime yönelirken endüstri toplumunun durumu sanki bile isteye ihmal ediliyor. Çıkan sorunlar akışına bırakılıyor. Hal böyle olunca, yeni sosyolojide yaşanan gel-gitler çözüm odaklı olmadığından, sorunlar büyüyor.
Bu gelişmelerin Türkiye yansımaları kayda değer gelişmelere yol açtı. Etnisite ve din grupları, değişimin belirsizliğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin yarattığı mağduriyet iddiasıyla taleplerini dile getirerek, değişim sürecinde yerini aldı.
Değişim, sanayi devriminin getirdiklerine göre örgütlenen devlet ve toplumun yapısal değişimini ifade ediyor. Yani, yeni bir Dünya kuruluyor. Yeni toplumsal mutabakata ve toplum sözleşmesine ihtiyaç var. Ancak meselenin nasıl ele alınacağına dair yöntem belirlenmediği koşullarda, söylenenler havada kalıyor.
Öncelikle, sorunu tanımlamak ve nasıl ele alınacağına dair mutabakat sağlamak gerekiyor. Aksi halde, herkesin kendi yoluna gittiği hengamede, şiddete esir düşmek kaçınılmaz olacak.
Bugün, sanayi devrimiyle ortaya çıkan üniter devletlerin tarihsel misyonunu doldurmasıyla başlayan değişim ve dönüşüm sonucu, bir çağ dönüşümü yaşayan insanlık, yaptığı tercihlerle ödeyeceği bedeli belirliyor.
Ne yazık ki ülkemizde din ve etnisite gruplarının Türklere yönelik ağır suçlamalarla yarattığı husumet, çözümden ziyade çatışmaya odaklı.
Her şeyden evvel, Dünya savaşlarında 100 milyon kadar insan öldü.
Ve 1945’ten sonra, o cehennemi geride bırakan insanlık, barış içinde yaşamayı şiar edindi. Ama ne kadar başardı, o da bir başka sorun.
O cehennemin hesaplaşması olacaksa, herkes masaya oturmalı. Batılı efendilerin ellerini yıkamasıyla eller temizlenmiyor.
Ayrıca, herkes bilmeli ki geriye dönük hesaplaşmanın getirecekleri, barışa yol açmaz ama savaşları kışkırtır.
Çıkış, insan haklarına dayalı devlette...
İnsan haklarına dayalı devletin inşasını mümkün kılacak toplum sosyolojisini ve ekonomi politikaları konuşmak gerekiyor.
İnsanın beslenme ve barınma hakkının yanı sıra, içine doğduğu kültürü yaşama koşullarının yeni Dünya düzeninde durumu tartışılmalı…
Demokrasi, eşit yurttaşlık gibi hedeflere ancak güçlü ekonomilerle ulaşmak mümkündür. Yoksa, dünya pratiğinin de gösterdiği gibi her şey sözde kalıyor.
Yeryüzünden her insanın alacağı var. Bu alacağı gasp ederek sağlanan düzen ne ahlakidir ne vicdani…