İklim değişikliği artık yalnızca gelecekte olacak bir tehdit değil; bugün yaşadığımız somut bir gerçeklik… Tarım sektörü de bu değişimden en çok etkilenen alanların başında geliyor. Her geçen gün, üreticiler daha belirsiz hava koşullarıyla, değişen ekosistemlerle ve artan maliyetlerle karşı karşıya kalıyor.

İklim koşulları değiştikçe hastalıklar ve zararlılar çoğalıyor, çeşitleniyor. Bu da çiftçileri daha fazla tarım ilacı kullanmaya zorluyor. Ancak artan ilaç kullanımı sadece maliyetleri yükseltmekle kalmıyor, aynı zamanda gıda sağlığını ve toprağın dengesini de bozuyor. Özellikle doğal döllenmeye ihtiyaç duyan bitkiler, tozlayıcı canlıların azalmasıyla ciddi verim kayıpları yaşıyor.

Sıcaklık dalgalanmaları ve ani hava değişimleri, bitkilerde stres yaratıyor. Bu stres, ürünün kalitesini düşürüyor ve verimi azaltıyor. Don, dolu, sel, heyelan, fırtına gibi aşırı hava olayları artık daha sık yaşanıyor ve tarladaki emeği bir anda yok edebiliyor.

Toprağın yapısı da bu süreçten nasibini alıyor. Organik madde miktarı azalıyor, toprak direnci düşüyor, verimlilik geriliyor. Aşırı buharlaşma nedeniyle bitkiler daha fazla suya ihtiyaç duyuyor, ancak suya ulaşmak da her geçen gün zorlaşıyor. Su kalitesi bozuluyor, tuzlanma artıyor, bu da hem üretimi hem de ürün fiyatlarını olumsuz etkiliyor.

Toprağın su tutma kapasitesi azalıyor, yağmur suyu toprak altına işleyemiyor. Bu da kuraklık riskini artırıyor. Çiftçi ürün desenini değiştirmek zorunda kalıyor. Özellikle meyve üretiminde azalma yaşanıyor, bu da pazarda fiyat artışlarına yol açıyor.

Hayvancılık da zorlanıyor. Yem maliyetleri yükseliyor, hayvansal üretim azalıyor. Tüm bu gelişmeler gıda fiyatlarını yukarı çekiyor ve toplumun sofrasına doğrudan yansıyor.

Bugün tarım, iklim değişikliğinin baskısı altında yönünü yeniden bulmaya çalışıyor. Çiftçiler, bilim insanları ve karar vericiler birlikte çalışarak daha dayanıklı, sürdürülebilir ve çevre dostu çözümler geliştirmeye çalışıyor. Çünkü iklim değişikliğiyle başa çıkmak sadece doğayı korumak değil, aynı zamanda gıdaya erişimi, sağlıklı beslenmeyi ve ekonomik istikrarı da güvence altına almak anlamına geliyor.

***

İzmir'de Dünya İklim Günü’nde geleceğe dair umut veren buluşma yaşandı önceki akşam.

İzQ Girişimcilik Merkezi’nde düzenlenen Dünya İklim Günü Paneli, iklim krizine karşı toplumsal farkındalık ve çözüm odaklı yaklaşımların öne çıktığı verimli bir etkinliğe sahne oldu. İzmir Konak, Toprak Ana ve Varyant Rotary Kulüplerinin ortaklaşa düzenlediği panel, farklı uzmanlık alanlarından konuşmacıları bir araya getirdi.

Toprak Ana Rotary Kulübü üyesi Prof. Dr. Yusuf Kurucu, İklim Krizinin Toprağa Etkisi üzerine gerçekleştirdiği sunumda, toprak verimliliğindeki düşüş, artan kuraklık ve tarım alanlarında yaşanan bozulmaları bilimsel verilerle ortaya koydu. Kurucu, toprağın canlı bir varlık olduğuna dikkat çekerek, doğal yapının korunmasının gıda güvenliği için yaşamsal önem taşıdığını belirtti.Ben de girişteki cümleleri onun konuşmasından özetledim.

Toplantıda üretici deneyimlerini sahadan aktaran Hüseyin Genç, “İklim Krizi, Üretici Deneyimleri ve Alternatif Çözümler” başlıklı sunumlarında, yerel üreticilerin karşılaştığı zorlukları, kuraklıkla baş etme yöntemlerini ve iklim dostu tarım uygulamalarını paylaştı. Toprak Ana Rotary Kulübü Başkanımız Müge Çakır da Türetim- Türetici ekonomisinin güçlendirilmesi ve tüketici ile üretici arasındaki bağın yeniden kurulması gerektiğini vurguladı.

Artan karbon emisyonları, ormansızlaşma ve fosil yakıtların yoğun kullanımı, gezegenin sıcaklığını yükselterek ekosistemleri, ekonomileri ve toplumları tehdit ediyor. Ancak bu küresel krizin çözümünde bireylerin yerel düzeyde attığı adımlar, güçlü ve sürdürülebilir değişimlerin temelini oluşturabilir.

İklim krizi, tüm dünyayı etkileyen bir sorun olsa da, sonuçları yerel düzeyde hissedilir. Seller, kuraklıklar, fırtınalar ve sıcak hava dalgaları, farklı bölgelerde farklı şekillerde ortaya çıkar. Bu nedenle, çözümler de yerel bağlama uygun olmalıdır.

Bireyler, iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir rol oynar. Her bir kişinin günlük yaşamında yaptığı seçimler, toplandığında büyük bir fark yaratabilir.

“İklim değişikliği” küresel bir kriz ama çözümde bireyin rolü yerel ve güçlüdür.
Her bilinçli tercih, her sadeleşme, her paylaşım zincire bir halka daha ekler.

Ben de Rotary ve İklim Krizi başlıklı konuşmada iklim krizinin yalnızca çevresel değil aynı zamanda sosyal ve ekonomik boyutlarına dikkat çektim. Rotary’nin bu alandaki küresel girişimlerinden örnekler sunarak, yerel kulüplerin sürdürülebilirlik odaklı projelerde nasıl etkin rol alabileceğini vurguladım.

Katılımcıların yoğun ilgi gösterdiği panel, iklim değişikliğiyle mücadelede bireysel ve kurumsal sorumlulukların altını çizerken, ortak akılla geliştirilecek yerel çözümlerin ne denli etkili olabileceğini de gözler önüne serdi.

Ama bu panelle iş bitmedi tabii ki…

Tüm çevre mevzularında olduğu gibi bu konuda da “kişisel sosyal sorumluluk” göstermemiz gerekiyor.

Tüketici olarak sorumluluklarımız var öncelikle… Mevsiminde, yerel ve az işlenmiş ürünleri tercih etmek gibi. Bu hem karbon ayak izini düşürür hem de yerel üreticiyi destekler.Gıda israfını azaltmak gibi. Tabağımıza aldığımız kadar yemek, alışverişte gerçekten ihtiyaç duyduğumuzu almak çok fark yaratır.Et tüketimini azaltmak veya bilinçli hale getirmek: Endüstriyel hayvancılık hem çevre hem de etik açıdan büyük sorunlara yol açıyor. Daha az, daha iyi kaliteyi tüketmek çevreyi korur.

Kaynakları bilinçli kullanmak da fevkalade önemli. Damlayan musluğu onarmak bile önemlidir. Tarımda en büyük kayıplardan biri su kaynaklarının tükenmesidir. Su tasarrufu kişisel bir eylemdir. Elektrik ve yakıt tüketimini azaltmak, karbon salımını düşürür.Organik atıklar kompost yapılabilir, geri dönüştürülebilir atıklar doğru şekilde ayrıştırılabilir.

Doğru bilgiye ulaşmak ve çevremizi bilgilendirmek zorundayız. İklim değişikliğiyle ilgili bilimsel gelişmeleri takip etmek, sosyal medya aracılığıyla paylaşmak, çevremizi uyarmak hepimizin görevi.Gelecek kuşakların bilinçli yetişmesi için doğayla bağlarını kuvvetlendirmek önemli.

Müge Çakır Başkanımızın dediği gibi “Topluluk destekli tarım girişimlerine katılmak” çok önemli. Kooperatifler, topluluk bahçeleri, SlowFood gibi hareketlere destek vermek hem sosyal hem çevresel katkı sağlar.

Gelelim başlığımıza…

Antik Yunan’da geçen Demokles’in hikâyesi, gücün ve refahın yanında nasıl sürekli bir tehdit barındırdığını gösterir. Hikâyeye göre, Demokles, kral Dionysios’un ihtişamlı hayatına özenir. Kral da ona bir günlüğüne tahtı bırakır ama başının tam üzerine bir at kılına bağlı keskin bir kılıç astırır. Demokles, o an anlar ki gücün ve zenginliğin altında sürekli bir tehlike vardır; her an düşmeye hazır bir tehdit...

Bugün, insanlık olarak biz de konfor, teknoloji, hızlı üretim ve sınırsız tüketimle örülmüş bir “medeniyet tahtında” oturuyoruz. Ancak başımızın üzerinde, her geçen gün daha da incelen bir at kılına bağlı iklim krizi kılıcı sallanıyor.

Bu kılıç, ani hava olaylarıyla tarımı tehdit ediyor, kuraklıkla suyumuzu kurutuyor, sellerle şehirlerimizi yutuyor, buzulların erimesiyle denizleri kabartıyor. Tüm bu etkiler, sadece doğayı değil, ekonomiyi, gıda güvenliğini, toplumsal huzuru ve nihayetinde insan yaşamını tehdit ediyor.

Üstelik bu kılıç sadece “gelecek nesillerin” değil, bizatihi bugünün insanının da üzerinde sallanıyor. Kılıç henüz düşmedi ama tehdit açık. Eğer bu duruma göz yumar, mevcut yaşam biçimimizi sorgulamadan sürdürürsek, bu kılıç kaçınılmaz şekilde düşecek.

Ama hâlâ bir şansımız var.
Eğer üretim ve tüketim alışkanlıklarımızı değiştirir, karbon ayak izimizi azaltır, doğayla uyumlu politikalar geliştirirsek...
Eğer bu kılıcı görmezden gelmek yerine, onu yerinden indirmek için birlikte hareket edersek...
Demokles’in kılıcı başımızdan kalkabilir.