Doğa takvimi, mevsimlerin sevgiyle işlenmiş ritmik dansına eşlik eden, tarımı ve yaşamı kucaklayan bir rehberdir. Yerel üretmek ve tüketmek ise toprağın sunduğu nimetleri, bir bölgenin iklimini ve mevsimlerin naif döngülerini yüreğine alarak gıdayı sevgiyle üretip tüketmektir… Bu iki kavram arasında sımsıcak bir bağ var; doğa takvimi, yerel üretimin sürdürülebilirliğini ve bereketini kucaklarken, yerel tüketim bu döngüye sevgiyle uyum sağlayarak doğaya, ekonomiye ve kültüre derin bir sevgiyle dokunur…
Bir Tohum Vakfı ve Küçükkuyu Belediyesi ortaklığında; İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı kapsamında gerçekleştirilen Kültür Kenti Küçükkuyu projesi içindeki Hıdrellez etkinliklerini izlemek ve katılmak için gittiğimiz güzel beldede çok yararlı bir panelin ortaklarındandım.
Güneşin Aydemir, Esra Güven, Ahmet Uhri, Mustafa Alper Ülgen ve bendeniz bu mevzularda dilimizin döndüğü kadar derdimizi anlattık.
Bu panelden aldığım notları paylaşmak istiyorum şimdi sizlerle…
Doğa takvimi, bitkilerin uyanışını, hasadın sevincini, toprağın bereketini ve iklimin narin dokunuşlarını yüreğinde hisseden bir rehber. Geleneksel toplumlarda, dedelerden torunlara miras kalan gözlemlerle, sevgiyle yoğrulmuş bir bilgelikle şekillenmiş; modern tarımda ise bilimsel verilerin ışığıyla, meteorolojinin kucaklayıcı bilgeliğiyle zenginleşmiş. Bu takvim, hangi ürünün ne zaman toprağa sevgiyle emanet edileceğini, ne vakit hasatla kucaklaşılacağını fısıldayarak kaynakları korur, israfın önüne geçer ve yerel üretimin ekolojik sürdürülebilirliğini kucaklar.
Yerel üretim ise, bir bölgenin iklimine, toprağına ve su kaynaklarına uygun ürünlerin yetiştirilmesini gerektirir.
Doğa takvimi, bu süreçte bir pusula işlevi görür. Örneğin, Karadeniz’de çay ve fındık üretimi, bölgenin yağışlı yaz aylarına ve sonbahar hasat dönemine uyum sağlar. Bu uyum, kimyasal gübre, pestisit veya aşırı sulama gibi çevreye zarar veren uygulamalara olan ihtiyacı azaltır. Ayrıca, yerel üretim mevsimsel döngülerle senkronize olduğunda, yüksek karbon ayak izine sahip süreçlere gerek kalmaz. Böylece, yerel üretim hem çevresel etkileri azaltır hem de enerji verimliliğini artırır.
Yerel tüketim, doğa takvimine uygun üretilen ürünlerin bölgedeki insanlar tarafından tüketilmesiyle tamamlanır. Mevsiminde tüketilen gıdalar, besin değeri açısından daha zengindir ve genellikle daha az işlenmiştir.
Doğa takvimi, yerel üretmek ve tüketmek pratiklerini yalnızca bir tarım yöntemi olmaktan çıkararak kültürel bir miras haline getirir.
Mevsimsel döngüler, geleneksel festivaller, hasat şenlikleri, yemek tarifleri ve hatta toplumsal ritüellerle iç içe geçmiştir. Türkiye’de bu kültürel bağ, bölgeler arasında çeşitlilik gösterir.Bu tür etkinlikler, yerel üretimin yalnızca ekonomik bir faaliyet olmadığını, aynı zamanda toplumu birleştiren bir sosyal pratik olduğunu gösterir. Mevsimsel gıdalar, yerel mutfak kültürünün temelini oluşturur.
Yerel pazarlar, bu kültürel mirasın canlı tutulduğu yerlerdir; burada satıcılar ve alıcılar arasında kurulan diyalog, topluluk bağlarını güçlendirir.
Bu anlamda Küçükkuyu’nun bir SlowFood Yeryüzü Pazarı kazanmasında yarar var.
Doğa takvimine dayalı yerel üretim ve tüketim, aynı zamanda çevre bilincini ve doğayla uyumlu yaşam felsefesini de besler. Geleneksel toplumlarda, doğa takvimi sadece tarımsal bir rehber değil, aynı zamanda doğaya saygıyı öğreten bir yaşam biçimidir.
Ahmet Uhri’nin özellikle üstünde durduğu “Doğal Tarih Zekası” da bu anlamda kıymetli. Doğal tarih zekası (naturalhistoryintelligence), bireylerin veya toplulukların doğal dünya hakkındaki bilgiyi gözlem, deneyim ve kültürel aktarım yoluyla geliştirme ve kullanma yeteneğini ifade ediyor. Bu kavram, doğayla olan derin bağın bir yansıması olarak, bitkilerin, hayvanların, mevsimsel döngülerin, ekosistemlerin ve çevresel süreçlerin anlaşılmasını içeriyor. Genellikle geleneksel toplumlarda görülen bu zeka türü, modern bilimsel yaklaşımlardan önce insanların doğayı anlamak ve hayatta kalmak için kullandığı temel bir bilgi birikimini temsil ediyordu.
Kültürel açıdan, doğal tarih zekası, toplulukların kimliklerini ve dünya görüşlerini şekillendiriyor. Mitler, hikayeler ve ritüeller genellikle doğadaki döngüler ve varlıklar etrafında şekilleniyor. Bu bağ, yalnızca geçmişi değil, toplulukların birbirine sarılan yüreklerini ve doğayla kurdukları o derin, içten dostluğu anlatır; sanki her bir yaprak, her bir nehir, insan ruhunun bir parçasını kucaklar, ona ayna olur.
Modern toplumlar, endüstriyel tarım, kentleşme ve teknolojiye dayalı yaşam tarzları nedeniyle doğal tarih zekasından uzaklaşmış durumda. Süpermarketlerde yıl boyunca her ürünün bulunması, mevsimsel döngülerle olan bağı koparırken, bilimsel tarım teknikleri geleneksel bilgiyi gölgede bıraktı.
Küreselleşme, endüstriyel tarım ve süpermarket kültürü, doğa takvimine dayalı yerel üretimi ve tüketimi tehdit ediyor. Yıl boyunca her ürünün erişilebilir olması, tüketicileri mevsimsel döngülerden uzaklaştırıyor ve yerel çiftçilerin büyük ölçekli tarım şirketleriyle rekabetini zorlaştırıyor. Ayrıca, genç nesillerin geleneksel tarım pratiklerine ve yerel gıda kültürüne ilgisinin azalması, kültürel mirasın kaybolma riskini artırıyor.
Doğa takvimi ile yerel üretmek-tüketmek arasındaki ilişki, sürdürülebilir bir yaşamın temel taşlarından biri. Doğa takvimi, yerel üretimin zamanlamasını ve verimliliğini optimize ederken, yerel tüketim çevresel etkileri azaltır ve ekonomik kalkınmayı destekliyo. Ancak bu ilişkinin en güçlü yönü, kültürel ve sosyal boyutu… Mevsimsel döngüler, yerel gıda kültürünü, toplumsal dayanışmayı ve doğayla uyumlu yaşam felsefesini besliyor. Geleneksel festivallerden aile sofralarına, yerel pazarlardan hasat ritüellerine kadar bu döngü, toplumu bir araya getirir ve kültürel mirası canlı tutuyor. Küreselleşmenin getirdiği zorluklara rağmen, doğa takvimine saygı göstererek ve yerel üretimi destekleyerek, daha sağlıklı, adil ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edebiliriz.
Özetle işimiz kolay değil ama umudumuzu yitirmiyoruz