Deprem, doğal bir olay. Üzerinde yaşadığımız kürenin devingen bir yapısı olduğunu öğreneli çok zaman oldu. Atalarımız çok önceleri depremi efsaneler ve inançla açıklıyordu. Çünkü o zamanlar dünya öküzün boynuzundaydı veya en azından yuvarlak değil düzdü.

Bu bilgiler çok geride kaldı. Çağımızda halen, depremi Tanrı’nın eylemi olarak görenler var elbet. Ayrıca bunu bir cezalandırma aracı olarak kullandığını söyleyenler de az değil.

“Her şey Allah’ın takdiri!” demek bir bilgi değil, inançtır. Ve olup bitenleri açıklamada, en fazla psikolojik bir doyum sağlar, o kadar.

Doğa bilimleri sayesinde, deprem konusunda epeyce bilgi birikimi oluşmuş durumda. Ancak bu bilgiler, olup bitenleri açıklarken kesin bilgilere dönüşmekle birlikte, bundan hareketle öngörüde bulunma konusunda kesin bir sonuç vermemekte.

Çünkü var olan bilgilere ve geçmişteki gözlemlere dayanarak bilim insanlarının öngörüleri, belli akıl yürütme kalıplarına dayanmaktadır. Bu nedenle son Silivri depreminde de, yine deprembilimciler ve jeofizikçiler arasında tartışma değil adeta kavga çıktı.

Birbirlerini bilmemekle suçlayanlar ve hakaretler havada uçuştu. Biz bu süreçte bilim insanlarının iki cepheye bölündüğünü gördük. Silivri’de meydana gelen 6.2’lik deprem, beklenen Marmara depremiydi ve “Oldu bitti...” diyenler olduğu gibi, “Hayır, bu deprem, yeri bakımından beklenen Marmara depremi değil, o tehlike halen duruyor” diyenler de oldu.

Konuyla ilgili bilim insanlarının özellikle popüler olanları, tartışmadan çok atışma şeklinde görüşler dile getirdiği için biz yurttaşlar olarak, bu konuda net bir bilimsel görüşe sahip olamadık. Bazılarımız kişisel güven duygusuna bağlı olarak, “Şu hoca iyi, daha önce bu hocanın dedikleri çıkmıştı” diye kendince bir görüş sahibi oldu.

Jeolojik ve jeofizik tartışma cephesi kadar önemli olan şey, depremin felakete dönüşmesine neden olan insan faktörüdür. Çünkü deprem nedeni ve oluşumu bakımından doğal bir olay olmakla birlikte, sonuçları toplumsal nitelik taşımaktadır.

Depremin yıkıcı ve can alıcı sonuçları, Tanrı’nın takdiri olmadığı gibi fay hatları da değil. Ölümlere neden olan faktörlerin neredeyse tamamı, insan eylem ve davranışlarıdır.

Tarihsel olarak baktığımızda, geçmiş dönemlerde inşaat teknolojilerinin yetersiz olması ve yoksulluk koşulları ile depremin epey can aldığını biliyoruz. Dayanıksız evler bu doğa olayına dayanamıyordu.

Ama öte yandan aynı depremler karşısında binlerce yıldır ayakta duran saraylar, kaleler, kiliseler ve diğer binalar da var. Depremin onları yıkamaması, depreme dayanıklı inşaat malzemesi ve tekniğinden kaynaklanıyor.

Depremin yıkıcılığında diğer önemli bir neden de, bunca bilgiye rağmen, şehirlerin veya şehirlerdeki bazı mahalle oluşumlarının diri fay hatları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Fay hatları ve zemin şartları dikkate alınmaksızın, çok katlı yapılaşmaya açılan yerler de yine depreme dayanıksız yerleşimler olmuştur.

Doğal bir olay olan depremin yıkıcılığının ve ölümcüllüğünün sosyal karakter taşımasına verilecek en çarpıcı örneklerden biri, uluslararası karşılaştırmalardır. Aynı şiddetteki depremler Japonya’da neden ölümlere yol açmıyor da, Gölcük’te, Maraş’ta, Hatay’da şehirleri yerle bir ediyor.

Bugünkü inşaat teknolojileri ile farklı zeminlerde sağlam bina yapmak mümkün denebilir. Ama bunun maliyeti ile herkesin alabileceği konut üretmek mümkün değil. Günümüzde dikilen gökdelenler bu anlamda güvenilir binalar sayılabilir. Ancak belli sayıdaki yüksek gelir grubuna hitap etmektedir.

Oysa ki, orta sınıf apartman semtleri, altmışlı yetmişli yıllarda hem teknolojik olarak hem de denetimsiz koşullarda inşa edilmişti. Bunun bedeli Gölcük depremi ve Maraş depremi ile pahalıya ödendi maalesef.

Gölcük depremi sonrası yeni yasal düzenlemeler yapıldı. Denetim şartı getirildi. Ama her konuda olduğu gibi yine bu yasa da uygulanamadı. Orta boy inşaat firmaları, yan kuruluş olarak denetim şirketleri kurdu, diğerlerinin çoğu da denetim şirketleri ile farklı ilişkiler kurdu.

Dünyanın hangi ülkesinde 500 bin müteahhit vardır? Bu soru anlamlı. Ayrıca hangi medeni ülkede bu kadar fazla imar affı çıkmaktadır? İmar affı demek, denetimsiz yapı demektir.

Meclisteki son İmar Affı yasasını Maraş depremi engellemişti. Daha doğrusu ertelemişti. Şimdi kademe kademe, belediyeler bu kaçak yapılara ruhsat vermeye başlıyorlar.

Denetim önemli ama denetçileri kim denetleyecek sorusu bizim ülkemizde önemli bir soru. Çünkü burası devletin inşaa ettirdiği hastane binalarının ve okulların da depreme dayanamadığı bir yer.

Sonuç olarak felaketten doğanın değil, insanın oluşturduğu sistemin sorumlu olduğunu söylemek mümkündür. Aksi halde aynı şiddetteki deprem Japonya’da ve Şili’de üç beş ölüme neden olurken, Maraş, Hatay bölgesinde neden 50 küsur bin kişinin hayatına mal olsun ki…