Daha önce de vardı ama son dönemde, muhalif belediyelere yönelik operasyonlar seriye bağlanmış durumda. DEM’li belediyelere yönelik olanlarda, gizli örgüt ile ilişki gerekçesi öne çıkarken, CHP’li belediyelerde yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırmalar dikkat çekiyor.

Peki, bu iddialar temelsiz midir? Yani uydurma gerekçeler mi yaratılıp, belediye başkanları görevden alınıyor ve hapse atılıyor? DEM’li belediye başkanlarının PKK ile irtibatı olmadığı halde mi bu başlarına bunlar geliyor ya da CHP’li belediyelerde, yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırma olmadığı halde, iftiraya mı kurban ediliyorlar?

Hadi eğri oturup doğru konuşalım mı? Mevcut davalar hakkında bir bilgiye dayanarak konuşma olanağımız yok. Belge ve bilgiler savcılığın elinde. Ama görünen yerden genel konuşalım ve özel olarak herhangi bir davadan söz etmeyelim.

PKK ile DEM’in ayrı örgütlenme olduğunu kim iddia edebilir ki? DEM, legal siyaset örgütü olarak, Öcalan ve Kandil’e bağlı bir parti değil midir? Eğer öyle ise, Bahçeli bizi yanıltıyor. Çünkü “Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun” dedi. Devlet de zaten hem İmralı’ya hem de Kandil’e DEM temsilcilerini göndermedi mi?

Bu durumda devlet, PKK ile DEM arasındaki yasa dışı ilişkiden yararlanmayı deniyor. Defalarca da denedi. O zaman DEM’li belediye ile devletin görüşme yürüttüğü Kandil ve İmralı arasındaki ilişki, duruma göre suç kategorisine sokulmaktadır. Bazen istenen bir şey bazen de suç kategorisine dahil edilebilmektedir.

Bu da, Devletin örgüt ile pazarlığının bir parçası olarak işlev görmektedir. Yani Devlet ile PKK arasında görüşmeler/pazarlıklar sürerken, DEM’li belediyelere kayyum atamalar da bu sürece dahil olabilmektedir. Yerine kayyum atanan Ahmet Türk, PKK ile görüşmelerde Devlet tarafından görevlendirilmektedir.

Gelelim İstanbul ilçe belediyelerine yönelik operasyonlara. Esenyurt, Beşiktaş ve Beykoz belediyelerine yönelik operasyonların gerekçesi, yolsuzluk ve ihalelere fesat karıştırmak. Ve o kadar somut belgeler, kamuoyu ile paylaşılıyor ki, bunlar aynı zamanda CHP’li belediyelere yönelik aleyhte propaganda için kullanışlı hale geliyor.

Eş dost, akraba kayırma yoluyla kadrolaşma, sürekli ihale alan tabela şirketleri, geliri ile orantısız harcama yapan ve servet biriktiren yöneticiler…

Daha önce de yazdım, eğer bunların üzerine hukuk devleti olarak gidilecek olsa, bu çarkın dışında kalan üç beş belediye ancak kalır. Yani sadece CHP’li belediyeler değil, hatta bunların alasını, AKP ve MHP’li belediyelerde de bulmak mümkün. Nitekim Mansur Yavaş bu konuda, yani önceden Ankara’da yapılan yolsuzluklar hakkında dosyalar hazırlayıp, savcılığa da bildirmiş durumda.

AKP’li ve MHP’li belediyelerde bu türden hiçbir operasyonun olmaması tesadüf olabilir mi? Hayır, tam tersine onlar kayırma güvencesi ile bunları yapmaktadır.

Yaklaşık 7-8 yıl önce, halk tarafından seçilen AKP’li Ankara, İstanbul, Bursa ve Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlarının istifası istenmişti. Ama hiç de örneği olmayan bu görevden almalar için, herhangi bir açıklama ya da hukuki işlem yapılmamıştı.

Birçok belediyede bulunabilecek bu türden ihaleler için başka şehirlerde değil de neden İstanbul ilçelerinde operasyonlar yapılmaktadır, sorusu da anlamlı. Ama cevabı da belli. Diğer davalar ile birlikte Ekrem İmamoğlu’nu bunlarla meşgul etme ve seçmen düzeyinde yıpratma çalışmalarının bir parçası bunlar.

Yasalara aykırı uygulamalar için tabii ki savcılar harekete geçmeli ama parti ayrımı olmaksızın. Aksi halde bu türden tutuklamalar ve yargılamalar hukuki olma özelliğini kaybetmekte ve keyfi uygulamalar dönüşmektedir. Yasalar, kişi parti seçilerek uygulanırsa, hukukun araçları olamaz. Hukuk ayrımcılık ile değil eşitlikle hayat bulabilir.