Siyasal gündem o kadar fazla konuyla yüklü ki; bir yanda İmamoğlu ve belediyelere yönelik silkeleme hamleleri, öte yandan gazeteci, sanatçı ve yazar tutuklamaları, Kartalkaya yangınının soruşturma süreci vs.

Ama bir yandan da Erdoğan ve iktidarının bu baskıcı hamlelerinin önünü almak veya bu konuda tedbiri elden bırakmamak için CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını şimdiden belirleme girişimi gündeme geldi. Bunu doğru bulanlar olduğu gibi, parti içi yarış, bölünme ve küskünlüklere yola açacağını ileri sürenler de var.

Üyeye dayalı önseçim veya eğilim yoklaması ile aday belirlendiği takdirde, İmamoğlu’nun şansı çok yüksek olacaktır. Bunu gerekçeleri ile daha önce yazdık. Kamuoyu araştırmalarında Erdoğan karşısında oldukça şanslı görünen Mansur Yavaş’ın bu formülle dışarıda kalması, yani aday olamaması durumunda, neler olur onu bugünden kestirmek çok zor.

Ancak Özgür Özel’in Yavaş’ı da dışarıda bırakmayacak bir formül için çabaladığı da malum. İmamoğlu’nu aday ilan edip, Yavaş’ı küstürmek ciddi riskler taşımaktadır. Tabii, Yavaş böyle bir durumda küser mi, yoksa daha zaman var deyip, “siyasette 24 saat çok uzun süredir” diye mi düşünür, bilinmez.

Bu tartışma parti içinde belli ölçüde enerji kaybına yol açacaktır. Profesyonel kadrolar, gelişmelere göre konum alma yarışına girdiler bile. Seçimde milletvekili olmak isteyenler ve olası seçim zaferinde bakan olmayı hayal edenler, bu alanda mesai harcamaktadır.

Aday ilan edildiği anda ve hatta yöntem kesinleştiği gün, İmamoğlu, CHP’de güç merkezi olma konumunu iyice pekiştirecektir. Ancak iktidarın böyle bir durumda atacağı adımların ne olacağı belli değil. Çünkü son dönem hamleleri ile Erdoğan’ın rakip olarak İmamoğlu’nu görmek istemediği net olarak anlaşılıyor.

Gelelim seçmenlerin eğilimlerine. 31 Mart’ta çok büyük bir avantaj elde eden CHP’nin bu psikolojik üstünlüğü elinde tutamadığı yorumları bulunmaktadır. Aslına bakarsanız ekonomik kriz ve geçim sıkıntısının ulaştığı düzeyin, otomatik olarak muhalefetin yelkenlerine rüzgar taşıması beklenir.

Dolayısıyla da AKP ve MHP bloğunun da ciddi oy kaybına uğraması da gerekir. Ama bu işler öyle otomatik olarak gerçekleşmiyor.

Son dönem yayınlanan kamuoyu araştırmalarına bakınca, ortalama olarak AKP ve MHP’nin en azından 31 Mart’ın çok gerisine düşmediği, buna karşılık CHP’nin ise, o günkü oranın bir hayli altına düştüğü ve hatta tekrar ikinci parti konumuna geldiği anlaşılmaktadır.

Bunu yorumcular aşırı milliyetçi partilerin oylarının yükselişine bağlıyorlar. Evet, Zafer Partisi gibi hem İmralı görüşmelerinde hem Suriyeli Mülteciler konusunda sesini yükselten bir partinin oy oranını yükseltmesi anlaşılır bir durum.

Ancak partiler arası geçişleri ve oy artış ya da düşüşlerini 31 Mart’ı ölçü olarak değerlendirmek doğru olmaz. 31 Mart seçimlerinde ve özellikle büyükşehirlerde CHP adaylarına oy veren seçmenlerin bir bölümü doğal olarak genel seçimde partisine dönecektir. Yani 31 Mart seçimlerinde DEM ve İYİ Parti veya Zafer partisinin aldığı oylar, yerel seçim dinamiklerinin ürünüdür.

Bu nedenle CHP’nin oy oranının %38’den %30-29’a düşmesi matematik olarak doğru ama siyaseten yanlıştır. Bu farka değinmemek için Özel, sıkça belediye başkanlarından memnuniyet anketlerini açıklamaktadır. Yani CHP’nin oyunun 31 Mart’tan sonra artma eğiliminde bile olduğunu ima etmek istiyor. Oysa ki, belediyelerden memnuniyet ile oy aynı şey değildir.

Anketlerin ortalamasından Zafer Partisi ve Yeniden Refah Partisi’nin yükselişte olması, iktidardan memnun olmayan AKP’li ve MHP’li seçmenlerin bir kısmının bu partilere yönelme eğilimini göstermektedir.

Erdoğan bir yandan DEM’li ve Kürt seçmenden medet umarken, bir yandan da kendi bloğundaki kitleyi kayıpsız tutmakta kısmen de olsa zorlanmaktadır.

Bu nedenle olsa gerek devlet aygıtlarını kullanarak sadece İmamoğlu’nu değil kendine muhalif olan diğer siyasi partileri ve sosyal kesimleri de hedef almaktadır.