Bugün 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü… Her yıl 14 Mayıs geldiğinde içimi hem umut hem de hüzün kaplar. Umut, hâlâ bir yerlerde toprağa tutunanların, sabahla birlikte tarlaya inenlerin, kendi kendine yetme çabasıyla yaşayanların varlığını bilmekten... Hüzün ise sayılarının giderek azaldığını görmekten.

Köy yollarına düşüyorum arada. Gezginiz malum. Kimi zaman Ege’nin içlerine, kimi zaman Torosların eteklerine… Bazen Karadeniz’in sisli yamaçlarına uzanıyor yolum. Tohumun toprağa düştüğü, kazmanın elde nasır yaptığı, harman kokusunun burun direğini sızlattığı yerler… Ama artık oralarda bir şey eksik: Gençler yok.

Bir zamanlar çocuk seslerinin karıştığı köy kahvelerinde, şimdi sadece yaşlıların sessizliği yankılanıyor. Geçen hafta Kuzey Ege’de gezerken gördüm o kadar çok köy kahvesi okulları gibi kapanmış… Tarla başlarında genç omuzlara yüklenmesi gereken sorumluluk, artık bastonlarla yürüyen ellerde. Sanki zaman tersine akıyor. Sanki biz, bu ülkenin en hayati damarını bile isteye kurutuyoruz.

Küçük Çiftçi Yok Olan Bir Değer mi?

Küçük çiftçilik, aslında bir ekonomik model değil; bir yaşam biçimidir. Toprağa saygı, doğaya uyum, imece kültürü, komşu tarlasının bereketine dua etmek… Bunların hepsi küçük çiftçiliğin ruhunda vardır. Ama ne yazık ki son yıllarda uygulanan tarım politikaları bu ruhu görmezden geldi.

Dev destekler, hibeler ve teşvikler; çoğu zaman büyük ölçekli üreticilere yöneldi. Küçük çiftçi; mazotun, gübrenin, ilacın ve iş gücünün altında ezildi. Tarım kredi borcunu ödeyemeyen üretici, traktörünü hacze vermek zorunda kaldı. Bir zamanlar üç dönüm tarlasıyla dört çocuk okutan insanlar, şimdi köyünü terk edip şehrin varoşlarına göçmek zorunda kalıyor.

Monokültür Kıskacında Anadolu

Monokültür… Aynı ürünün, aynı toprakta yıllar boyu yeniden yeniden yetiştirilmesi. Görünüşte verimli, ama uzun vadede toprak için bir yıkım. Anadolu, binbir çiçekli bir bahçeydi. Her yörenin kendi tohumu, kendi usulü, kendi bilgeliği vardı. Ama şimdi? Tek tipleşen ürün desenleri, yok olan yerli tohumlar, ithal edilen fide ve gübreler...

Bu, sadece ekolojik değil; aynı zamanda kültürel bir çöküştür. Tarım çeşitliliğini kaybeden bir ülke, mutfak kültürünü de kaybeder; sağlığını da. Oysa çok kültürlü, çok ürünlü, iklimle uyumlu bir tarım anlayışı, bizi iklim krizine karşı daha dirençli kılar. Toprağın dengesini, çiftçinin bilgisini, doğanın sabrını esas alır.

Gençler Nerede?

Tarım, yaşlanan bir meslek. TÜİK verilerine göre çiftçilerin yaş ortalaması 55’in üzerinde. Gençler toprağı değil, ekranları seçiyor. Bu onların suçu değil. Çünkü biz onlara tarımı bir umut değil, bir yük gibi gösterdik. Tarım derslerini liselerden kaldırdık, köy okullarını kapattık, tarımı sadece ‘kırsalın işi’ olarak gösterdik.

Oysa tarım; teknolojiyle, girişimcilikle, bilimle, sanatla iç içe bir alandır. Permakültür, dikey tarım, akıllı sulama, dronlu ilaçlama gibi yeni nesil tarım uygulamaları, gençleri yeniden toprağa çekebilir. Yeter ki biz bu alanı cazip ve onurlu hale getirelim.

Tarım Eğitimi Olmadan Gelecek Kurulmaz

Bir ülkenin tarım kültürü, eğitimiyle başlar. Liselerde tarım derslerinin kaldırılması, kuşaklar arası bilgi aktarımını kesmiştir. Tarım liseleri yeniden açılmalı, tarım meslek eğitimi güçlendirilmeli. Üniversitelerde kırsal kalkınma, agroekoloji, yerel gıda sistemleri gibi dersler teşvik edilmelidir.

Aynı zamanda kırsalda yaşam teşvik edilmelidir. Kooperatifler desteklenmeli, genç çiftçiye uzun vadeli ve faizsiz kredi sağlanmalı, sosyal güvenlik sistemi güçlendirilmelidir. Genç bir çiftçi, çocuklarına köyde de bir gelecek olduğunu gösterebilmelidir.

Meseleye SlowFood nasıl yaklaşıyor? Bir de buradan bakalım.Her 14 Mayıs, Dünya Çiftçiler Günü’nde toprağın alın teriyle yoğrulan emeği selamlıyoruz. Bu özel gün, tarımın insanlık için vazgeçilmezliğini hatırlatırken, dünya çiftçileriyle Anadolu’nun cefakâr çiftçileri arasındaki benzerlikleri ve ayrışmaları da gözler önüne seriyor. Küresel tarım sahnesinde, özellikle gelişmiş ülkelerde, çiftçiler teknolojinin nimetlerinden, cömert devlet desteklerinden ve kooperatiflerin gücünden faydalanıyor. Avrupa’nın bereketli tarlalarında modern sulama sistemleri, Kuzey Amerika’da dijital tarım uygulamaları, Asya’da yenilikçi seracılık modelleri derken, dünya çiftçisi geleceğe umutla bakıyor. Ancak Anadolu’da durum farklı bir hikâye anlatıyor. Yükselen gübre, tohum ve mazot fiyatları, sulama altyapısındaki eksiklikler ve pazarlara erişimdeki zorluklar, Anadolu çiftçisinin omuzlarındaki yükü her geçen gün artırıyor.

Anadolu çiftçisi, binlerce yıllık bir mirasın taşıyıcısı; toprağa sevgisiyle, sabrıyla ve azmiyle kök salmış bir geleneğin temsilcisi. Ama ne yazık ki, modern çağın gölgesinde bu miras tehdit altında. Düşük gelir, borç sarmalı ve gençlerin tarımdan kopması, Anadolu tarımının geleceğini zora sokuyor. Öte yanda, dünya sahnesinde çiftçiler organik üretimden yenilenebilir enerjiye dayalı tarıma, hatta yapay zekâ destekli hassas tarım tekniklerine uzanan bir dönüşüm yaşıyor.

Açlık Sessiz Gelir

Açlık öyle patırtıyla gelmez. Sessizce çöker sofralara. Önce fiyatlar artar, sonra ürünler azalır. Sonra alıştığımız tatlar kaybolur. Bir bakmışız; zeytinin kilosunu ithal eder olmuşuz, buğdayı gemilerle alır olmuşuz, çiftçi tarlasını değil, kirasını düşünür olmuş…

Bu bir senaryo değil, yaşadığımız gerçek. Bu yüzden bugün, 14 Mayıs Çiftçiler Günü’nde, sadece alkışlamak yetmez. Anlamak, sorgulamak ve değiştirmek gerekir.

Çünkü çiftçiyi yaşatmazsak, toprak da bizi doyurmaz. Çünkü gençleri toprağa döndürmezsek, geleceği de kuramayız. Çünkü küçük çiftçiliği güçlendirmezsek, büyük krizler kapımızı çalar.

Belki de zaman; sofradaki ekmeğe, pazardaki domatese, bahçedeki ağaca daha dikkatle bakma zamanıdır.

Çünkü toprağın sesi duyulmadıkça, biz bu hikâyenin sonunu yazamayız.