Türkiye, derin bir yarılmanın eşiğinde. Ayrışma giderek belirginleşiyor. Ve eleştiri dili gün be gün sertleşiyor.
Cumhuriyet’in birinci yüzyılını eleştirmek kuşkusuz demokratik bir hak. Gel gör ki geçen yüzyılın başında yaşananlara yüzyıl öteden bakmanın konforuyla söylenenleri o kadar da ciddiye almak içime sinmiyor.
İmparatorluk çökmüş. Dünya Savaşı koşulları sürüyor. 1929 krizi kapıda… Yokluk, yoksulluk kimsenin gözünün yaşına bakmıyor.
Bu ağır koşullarda, Dünya’da başlayan sanayi devrimini doğru okuyan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için yola çıkan Atatürk ve arkadaşları, kapitalist sistemde, Batı normlarında, modern bir devlet kurmayı başardı.
Sormak gerek, bugün kusur olarak görülen hususlar, o zamanın sanayi toplumuna geçiş koşullarında nasıl kusur sayılacaktı?
Bu soruyu yanıtlamadan yapılan Cumhuriyet eleştirisini ciddiye almak mümkün değil. Gerek sağdan gerek solda gelen eleştiriler çok sığ kalıyor.
Üniter devletin inşa sürecinde, etnisite ve din grupları zaman zaman isyan ettiğinde elbet de isyanlar bastırılacaktı. O günün koşullarında, devletin kurumlaştığı süreçte, Cumhuriyet’i korumanın başka yolu yoktu. İngiliz, Fransız ajanlar bölgede cirit atarken meseleyi demokrasiye bağlamak çok ucuz.
Biraz insaf, yeryüzü ateş çemberinde, otoriter yönetim neredeyse biricik çözüm yolu olmuş, faşizm altın çağını yaşıyor. Ve yeni Dünya düzeninin muktedirleri öldürmeye devam etmek için 1944’ü bekliyor.
Günümüzde, o günlerin ağır koşullarında ödenen bedellerin üzerinde tepinenler, ukalalık edenler, demokrasi muhabbeti yapanlar gerçekten çekilecek gibi değil.
30 yıl arayla iki kere Dünya Savaşı çıkaran insanlık, yüz milyon kadar insan öldükten sonra sakinleşebildi. Hal böyle iken, kimi isyanlarda ölenler üzerinden insanlık dersi vermeye kalkışanların hadsizliği sınır tanımıyor.
Efendileriniz izin verirse, gelin 100 milyon insan nasıl öldürüldü, onu konuşalım.
Bilinmeli ki o efendiler çok daha fazla sayıda insan öldürmeye hazırlanıyor.
Türkiye’de ortaya çıkan yarılmaya gelince;
“Kürtler, Araplar ve Türkler, kurulacak federasyonun kurucu unsurları… Osmanlı millet sistemi… En üst birleştirici kimlik, Müslümanlık…” Bu yaklaşım etkili ve yetkili çevrelerde dile getiriliyor. Süreç komisyonu da yola çıktı…
Bilindiği gibi, sistemin muktedirleri bölgeyi çıkarlarına göre yeniden dizayn ediyor. Etnisite ve din grupları yeniden örgütleniyor. Ve kırk yıldır süren proje, nihayet, ABD-İsrail gözetiminde yeni bir aşamaya gelmiş bulunuyor.
Söz konusu aşamada, sanayi döneminin bölgede görece güçlü iki devleti Türkiye ve İran, kurulmakta olan yeni sistemle uyumlu bulunmuyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’nun din ve etnisite gruplarıyla buluşturmayı amaçlayan kimlik siyaseti, Federasyon’da ete kemiğe bürünecek.
ABD temsilcileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesinin kaçınılmaz olduğunu söylemekte sakınca görmüyor.
Ve bu gelişmeler karşısında Türkler tavır almaya başladı. Türklerin verdiği tepkilerin yarattığı dip dalgası yükseliyor.
Evet, baraj duvarlarının ardında sular hızla yükselmeye başladı. Baraj duvarları yıkıldığında bakalım kimler suların altında kalacak?