AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan için ideal yönetim şekli, muhalefetsiz demokrasi. Demokrasi dediysek, sandık olsun ama seçenek olmasın modeli. Kulak memesi kıvamında sembolik bir muhalefete razı olabilir gibi gözüküyor.
Sanırım, “demokrasi bizim için bir tramvay” demişti yola çıkarken. Halen de öyle düşündüğü anlaşılıyor. Yani demokrasiyi bir araç olarak gördüğünü hem Tek Adam rejimi uygulamalarından hem de birçok Anayasal hükmü yok saymasından anlıyoruz.
Yürütme organın başı, “Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımıyoruz”, derse o ülkede Anayasal bir güvenceden söz edebilir miyiz? Bazı gazeteciler ve siyaset bilimciler, muhalefete yönelik yargı müdahalelerini, her konuşanı ve protesto edeni hapse atan bu uygulamanın Adnan Menderes’in son dönemine benzediğini ileri sürüyorlar.
Vatan Cephesi ve düşman cephesi oluşmuştu o zaman da. Menderes seçmen desteğini kaybettikçe, baskı mekanizmalarını devreye sokuyor ve CHP’yi suç örgütü olarak ilan ediyordu. Muhalif akademisyenleri üniversiteden atıyor ve gazetecileri tutukluyordu.
Seçmene hitaben, “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” diyen Menderes, ama CHP’yi iktidara getiremezsiniz diyordu adeta.
Şimdi Erdoğan da aynı şeyi söylüyor. Yani seçim olacak ama beni seçmeniz koşuluyla.
Seçmende rıza üretemeyen ve demokratik ortam koşullarında iktidarı kaybetmesi neredeyse kesinleşen Erdoğan iktidarı, aynen Menderes gibi ve ona göre çok daha fazla olanak ile demokrasi ve hukuk alanını daraltıyor.
Muhalefeti sindirmeye yönelik olarak başta rakiplerini oyun dışına atmaya yönelik, belediyeler yardımıyla da yükselen muhalefeti durdurmak için pek de hukuki nitelik taşımayan yoğun bir operasyon dalgası sürüyor.
Belediye başkanları ve bürokratlarına yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonlarının hukukiliğini zedeleyen en önemli faktörlerden biri, gözaltına alınan veya tutuklanan belediye yöneticileri için iddia edilen fiillerin çok daha fazlasının iktidara ait belediye ve bakanlıklara ait olarak da gündemde olmasına rağmen, onlara yönelik hiçbir yargı girişiminin yapılamamasıdır.
AKP’li belediye yönetimleri için ayyuka çıkan yolsuzluk iddiaları sonrasında, bir kısmı hakkında, yargı yoluyla değil de istifaya zorlanarak yaptırım uygulanması, yine yukarıda sözünü ettiğimiz hukukun devre dışı olması ile ilgili bir örnektir.
Hukukiliği sakatlayan diğer bir durum, belediye yöneticilerine yönelik gözaltına alma ve tutuklama şekliyle ilgilidir. Çünkü çok sık tekrar edildiği gibi, tutuksuz yargılama esastır. Masumiyet karinesi, hukukun temelidir. Bülent Arınç’ın defalarca dile getirdiği gibi, kendisi de dahil olmak üzere, 28 Şubat koşullarında bile, Erdoğan ve birçok siyasetçi, elini kolunu sallayarak mahkemeye gitmiş, istinaf süreci de dahil, hüküm kesinleşinceye kadar da görevlerinin başında olmuşlardır.
Yukarıdaki örneğimize dönersek, yani Menderes’in iktidarı kaybetme korkusu ile otoriterleşmesi ile Erdoğan’ın da benzer bir eğilime girmesi birbirine benziyor ama sonucun aynı olması gerekmez. Öyle de olmamalı zaten. Yani bu baskıcı rejime bir darbe değil, demokratik halk muhalefeti son vermelidir.
Erdoğan, Menderes’e göre daha fazla olanaklara sahip. Çünkü Menderes sadece yürütme erkini kullanıyordu. Oysa ki, Erdoğan, yürütmeye bağlı olmaması gerek bütün kurumları, kendine bağlı yan kuruluş haline getirdi. Yani iktidarı sınırlayabilecek kurumları ortadan kaldırdı. Yargı bunların başında geliyor. Üniversiteler, Merkez Bankası vs ardından geliyor. Şimdi bunların hiçbiri özerk olmadığı gibi, liyakatsiz kadroların elinde çöküş dönemi yaşıyorlar.
Cumhuriyet ve çağın iletişim olanakları sayesinde, arzu edilir düzeyde olmasa da modernleşmede belli bir mesafe almış olan Türkiye’nin, diğer bazı Orta Doğu ülkeleri gibi İslami soslu bir tek adam rejimini kabullenmeleri çok zayıf ihtimal...