Üçüncüsünü kaleme aldığımız yazı dizisi, İzmir Kent konseyi seçim sonuçlarından sonra gündeme gelen tartışmaları esas alarak, kent yönetimleri ile siyasetin pratiğini ve sosyolojik boyutlarını değerlendirmeye yöneliktir.
Kent Konseyleri, kent yönetiminde sivil toplum, yani NGO (Non Goverment Organizitaion), hükümet dışı organizasyonların etkili olmasını sağlamaya yönelikti. Temsili demokraside temsilcilerin aldığı kararlar ve uygulamalar her zaman meşru olmayabilir. Oysa ki, katılımcı demokrasi, sandık dışında yurttaşın rol almasını sağlayarak, katılımı seçimin ötesine taşımayı hedeflemektedir.
Bunun başarılabilmesi için, toplumda katılıma istekli sivil toplum kuruluşlarına ihtiyaç vardır. Peki, bizde yeterince sivil toplum kuruluşu yok mu? Dernek sayısı çok ama bunların sivil toplum karakteri taşıyıp taşımadığı oldukça tartışmalıdır.
Prof. Dr. İlhan Tekeli, şehirlerde giderek sayısı artan derneklerin önemli bir kısmının kültürel faaliyet ve dayanışma için kuruldukları halde, kültürel faaliyetten ziyade, himayecilik ilişkilerini ürettiklerine dikkat çekmektedir.
Kent Konseylerinde bu kadar istekli ve atak olan hemşerilik ve mezhep derneklerinin, faaliyetlerine baktığımızda kent ve kentsel sorunlar için hangi faaliyetleri sürdürdüklerini sormaya kalktığınızda ikna edici bir yanıt almak zordur.
Hemşerilik derneklerinin epeyce bir bölümünün ofisi bile yoktur. Yani yönetimler dışında gönüllüleri ve katılımcıları sınırlıdır. Dosya üzerinden dernek, bu türden durumlar için sürdürülür. Çünkü tabela derneği olsa da, bu tabelalar hem yerel yönetim aday belirleme süreçlerinde hem de Kent Konseyi seçimlerinde işe yarar. Pazarlık konusu yapılır.
Katılım konusunda isteksiz oldukları halde yöre dernekleri niçin bu kadar çok ve aktif hale gelebilir? Belediye başkanı ve yönetimi ile bağlantıda kalmak için. Çünkü uzun zamandır belediyeler de yerel demokrasi organı olmaktan ziyade bu ilişkiler ekseninde işler. Belediye meclisleri, personel alımları, yönetici atamaları, inşaat izinleri ve ihaleler bu ilişkilerden doğrudan etkilenir.
Cumhuriyet, yurttaşlar topluluğu idealidir. Yani Cumhuriyet’in öznesi yurttaştır. Bunu gerçekleştirebilmek için Türkiye Cumhuriyeti, bir modernleşme ve hatta radikal bir modernleşme projesi olarak hayata geçmiştir. Bu anlamda geleneksel/pre modern yapıları radikal bir şekilde tasfiye etmeyi hedeflemiştir.
Tarikat, Aşiret ve geleneksel bağlar içinde eriyen insanları, birey haline getirmek için çeşitli tedbirler almıştır. Yüz yıl öncesinin koşullarında hayata geçen bu uygulamaları bazıları bugünün koşulları için elverişli olamayabilir. Ama Cumhuriyet, kan, inanç ve topluluk bağına sahip insanları bunlardan kurtarıp yurttaş kılmaya çalıştı.
Ancak daha önceki bölümlerde özetlemeye çalıştığımız gibi, çeşitli sosyal ve kültürel dönüşümler sonucunda, yurttaşlık anlayışını ret eden bu geleneksel yapılar, yeni dönemin koşullarında yeniden üretilmiştir. Etnik, mezhepsel ve kan bağına dayalı ilişkilere dayanan hemşerilik ve mezhep temelli örgütlenmeler, yurttaşlığın eşitleyici yanını törpülemekte ve daha etkisiz kılmaktadır.
Citizen kavramını Türkçeye çevirirken, konuya göre şu üç kelimeden birini tercih edebilirsiniz: Yurttaş, hemşehri, kentli. Bu üç kelime Batı kültüründe aynı anlama gelir. Oysa bizde Yurttaş ile hemşeri arasında ciddi bir gerilim oluşmuştur.
Hemşerilik ve inanç grubu bir dayanışma üretir ama yurttaşlık dayanışması ise ülkeye mensup olma üzerinden tanımlandığı için zorlanmaktadır. Gezi Olayları, bir yurttaşlar eylemiydi. Çünkü bu kalabalıkta kimlikler kesinlikle önde değildi. Peki, neydi önde olan? Halklar ve özgürlükler.
İnsan hakları, çevre hakları, kadın hakları ve hayvan hakları gibi birçok hak talebinden söz edebiliriz. İşte bunlar yurttaş hareketidir ve sivil toplumdur.
Buna bağlı olarak hak arayışı mücadelesi veren dernek ve organizasyonlar ile himaye görmek ve kimlik temelli mücadele ile ayrıcalık talep edenleri aynı kategoride değerlendirmek zordur. Hem Cumhuriyetçilik, hem demokratik katılımcılık ve hem de sivil toplum olma kapasitesi bakımından.