Midilli Adası’nın adını her duyduğumda, içimde tanıdık bir sıcaklık belirir; denizin ötesinden esen bir rüzgâr gibi hem ferahlatır hem de içimi hüzünle doldurur. Nasıl olmasın ki? O ada, benim belleğimde yalnızca bir coğrafya değil; ailemin köklerinin, anılarının, hikâyelerinin yurdu.
Ben bir mübadil evladıyım… Ahfadım Midilli’den geliyor. Adımı aldığım “Kömürcü” Nedim Dedem, “Molivos- Vafios” köyünden. Çocukken büyüklerimin anlattığı hikâyelerde, o ada hep maviyle yeşilin birbirine karıştığı bir düş ülkesiydi. Denizin tuzlu kokusu, taş evlerin duvarlarında yankılanan eski bir şarkı gibi kulağımda kalırdı. Belki de o yüzden, Midilli’nin adını her duyduğumda içimde bir kapı aralanır, geçmişle bugün, özlemle huzur aynı anda içeri girer.
Midilli, sık sık gittiğim ve içimde hep taşıdığım bir yerdir. Her seferinde adaya adım atarken sanki zaman biraz yavaşlar; geçmişin gölgesiyle bugünün ışığı aynı sokakta buluşur. Limana yaklaştığımda burnuma dolan iyot kokusu, denizle harmanlanmış zeytin ağaçlarının rüzgârla fısıldaşması bana hep aynı duyguyu hatırlatır. Kökler bazen görünmezdir ama insanın yüreğinde yaşar.
Dar sokaklarda yürürken taş duvarların arasından yükselen kekik ve adaçayı kokusu, bana çocukluğumun sofralarını hatırlatır. Cırcır böceklerinin sesi, bir yaz öğlesinin sessizliğini delip geçerken, ben hep aynı şeyi hissederim; burası benim ait olduğum yerlerden biridir.
Midilli benim için sadece bir ada değildir; kayıpla kavuşmanın, özlemle huzurun, geçmişle geleceğin kesiştiği bir hatıradır.
***
Yıllar önce ilk kez Mutlu Tönbekici’nin köşesinde okumuştum “İzzet Lefteris” in hikayesini. Müthiş bir yaşamın tanıklığı idi. Daha sonra arkadaş grubumuza da anlatmıştı… Ona da Midillili rehber dostumuz ArisLazaris anlatmış. Sonra bizim gruplara da anlattı. Sağ olsun.
Lefter’in hikayesi şimdi bir roman.

Beş dönem boyu etkin bir milletvekili olarak iz bırakmış siyasetçi olması bir yana, Büyük Ayrılık, Kasırga ve En Uzun Gün eserlerinden tanıdığımız Kemal Anadol bu kez bir Midillili vatanseverin öyküsünü yazdı ve Hoşça Kal Midilli başlığıyla kitaba dönüştürdü.
Vatanseverimizin adı İzzet…Evgenia adlı bir kıza sevdası uğruna hristiyan oluyor, Lefteris Kapakçi adını alıyor.
Eserin buraya kadar olan kısmını olağan -öyle değil ya-bir sevda öyküsü olarak okuyabilirsiniz. Buna da benim hiçbir itirazım olmaz. Ama romanın sevda sonrası kısmı parmak ısırtıcı. Alman Nazi’leri 1941’de Midilli adasını işgal ediyor. Avrupa’nın her yerinde yaptıkları gibi bu adada kıyım ve zulme girişiyorlar.
Bir direniş başlıyor…Rum gençleri önce Anadolu’ya kaçırılacak, burada İngiliz kamplarında silah eğitimi görecek ve sonrasında Yunan Direniş Hareketine katılacaklardır.
Türkçe ve Yunanca bilmesi nedeniyle Ege topraklarıyla irtibat görevi İzzet’e veriliyor.Ama bu “irtibat’’ görevi bir ihbarla kesintiye uğruyor,yakalanıyor.Ağır işkence gören İzzet,dahasonra 4 Mayıs 1942’de faşist Almanlarca kurşuna diziliyor.Ama İzzet gibi vatanseverlerin direnişi sonucu faşist Alman güçleri 40 aylık bir Midilli işgali sonrası geldikleri gibi gidiyorlar.
Bu gerçek öykü, İkinci Dünya Savaşı’nın bilinmeyen bir yanını da gün yüzüne çıkarıyor!Kahramanbir vatansever Türk, Yunanlı direnişçilerle birlikte toprakları için savaşıyor…
Kemal Anadol’un eseri böylesi bir gerçek öyküyü belgeler dayalı olarakromanlaştırıyor, hem de tadıyla…
Midilli Adasının da İzzet’e bir jesti var: Vatanseverlerin isimlerinden oluşan anıtta isimler Yunanca alfabeyle verilirken, İzzet Lefteris’in adı Latin harfleriyle yazılıdır.
Bu eser bana bir kez daha Türk-Yunan Dostluğu’nun çok daha derinlerde şekillendiğini söylüyor
Kemal Anadol büyüğüm! Ege’de Sonsöz’de sütun komşunuz olarak sizi selamlıyor, daha “nice eserlerinizle buluşalım’’ diyor, okurlarımıza Hoşça Kal Midilli için “mutlaka okunmalı’’ diyorum.
Ve Türküyü mırıldanıyorum:“Hayranların Sevgilisi / Güzel Mağrur Midilli’’, benim Midilli’m…