Küçük bir kutunun kapağını araladığınızda, içinden yalnızca kibrit çöpleri değil, çocukluğun kokusu da yayılır. O ince kartonun yüzeyinde, kimi zaman bir şehrin silueti, kimi zaman bir fuar afişi, kimi zaman da unutulmuş bir markanın logosu vardır. Ve birden anlarsınız ki, bu minik kutular bir dönemin hafızasını saklıyor; tıpkı eski bir mektup ya da sararmış bir fotoğraf gibi.
Bostanlı’daki Karşıyaka Belediyesi Cordelion Mutfak Sanatları Merkezi’nde açılan “Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta” sergisi, tam da bu duyguyu yaşatıyordu. Halen tek tük içtiğim sigarayı Alex’ten aldığım kibritle yakmanın tadını biliyorum. Sergiyi Haziran’da gezdim ama ancak yazabiliyorum. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Haluk Sağlamtimur dostumuzun yarım asırdan fazladır büyüttüğü kibrit kutusu koleksiyonu görebilenlerin ilgisini çekmemesi imkânsız.
Kendimden bilirim, koleksiyonculuk, tutku, merak ve sabrın birleştiği benzersiz bir duygu. Her yeni parça bulduğunda ya da koleksiyonuna bir şey eklediğinde, bir hazine avcısı gibi hissedersin; heyecan, tatmin ve gurur bir arada. Aynı zamanda nostalji, aidiyet ve bir şeyleri koruma isteği de işin içinde. Her bir parça, kişisel bir hikâyenin ya da anının temsilcisi olabilir, bu da koleksiyonculuğu hem duygusal hem de entelektüel bir yolculuk haline getirir. Ama bazen de takıntılı bir arayış gibi hissettirebilir, özellikle o eksik parçayı bulmak için gece gündüz uğraşırken! Bir gün kendi koleksiyonlarımı da yazarım…
***
Her koleksiyonun bir başlangıç anı vardır. Haluk Sağlamtimur için bu an, 1970’li yılların başında Adıyaman’da, henüz beş yaşındayken bakkal tezgâhında gördüğü Clipper marka gazlı çakmaklar olmuş. Çocuk aklıyla düşünmüş: “Demek ki kibritin devri kapanıyor.” Ve o gün, küçük elleriyle aldığı ilk 100’lük kibrit paketi, hayat boyu sürecek bir yolculuğun ilk durağı olmuş.

Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden saat kuleleri bulunan seriden geliyordu. Kutuların baskı kalitesi bugünün estetik anlayışına göre mütevazıydı ama her birinde ayrı bir şehir manzarası, başka bir hikâye vardı.
Kısa sürede mahalle arkadaşlarını da bu oyuna ortak etti; bakkal bakkal dolaşıp farklı kutuları topladılar. Arkadaşları bir süre sonra vazgeçti ama o vazgeçmedi. Küçük paralar karşılığında arkadaşlarının koleksiyonlarını da satın aldı ve böylece Adıyaman’ın tek kibrit koleksiyoncusu olarak yoluna devam etti.
1970’ler Türkiye’sinde kibrit kutuları sadece ateş yakmanın değil, hayatın içinden geçen mesajların taşıyıcısıydı. Sağlamtimur’un ifadesiyle, “televizyonsuz hayatımızın kamu spotları”ydı.
Evde sobayı yakmak için elinize aldığınız kibritin üzerinde bir saat kulesi resmi görebilir, kahvede çayınızı karıştırırken masadaki kibrit kutusundan bir tiyatro ilanı okuyabilir, lokantada hesabı öderken üzerindeki renkli reklamla karşılaşabilirdiniz. Küçük karton kutular, hem işlevsel hem de estetik bir obje olarak gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı.
O yıllarda kibrit, yalnızca evlerin değil, dükkânların, fabrikaların, otellerin de kendini tanıttığı bir reklam alanıydı. Bugün sosyal medyada saniyeler içinde kaybolan görsellerin aksine, kibrit kutusu tasarımları yıllarca ceket ceplerinde, mutfak çekmecelerinde, dükkân tezgâhlarında yaşamaya devam ederdi.
Sergiden Yansıyanlar
Sergide, bu hafızanın hem Türkiye’ye hem de dünyaya uzanan örnekleri görülebiliyor:

Tekel Saatleri Kulesi: İzmir’den Adana’ya, Edirne’den Kars’a kadar farklı şehirlerin simgesi haline gelmiş saat kulelerinin illüstrasyonları.
1960 Tokyo Olimpiyatları Anısına Japon Kutuları – Minimalist tasarımın kusursuz örnekleri.
Cumhuriyet’in 50. Yılı Özel Baskısı (1973) – Ay-yıldızlı kırmızı zemin, milli gururun minyatür bir belgesi.
İzmir Fuarı Tanıtım Kutuları (1950–60’lar) – Altın yılların fuar kalabalığını renkli grafiklerle yaşatan parçalar.
Belle Époque Paris Reklamları – 1900’lerin başında kabare ve tiyatro afişlerini taşıyan zarif Fransız kutuları.
Bu koleksiyon, yalnızca kibritin değil, farklı coğrafyaların tasarım anlayışının da bir panoramasını sunuyor.
Arkeolojiden Gündelik Hayatın Arkeolojisine
Prof. Dr. Haluk Sağlamtimur, arkeoloji alanında Doğu Anadolu’daki Urartu Krallığı üzerine yaptığı çalışmalarla tanınsa da, bu sergi onun bilimsel titizliğini bambaşka bir alana taşıdığını gösteriyor.
Bir arkeolog, binlerce yıl öncesinin çömlek parçalarını nasıl sabırla inceliyorsa, Sağlamtimur da yarım yüzyıldır bu küçük karton kutuları aynı dikkatle saklıyor. Her biri, üretildiği dönemin kültürel, sosyal ve ekonomik izlerini taşıyan minyatür belgeler.

Serginin açılışında Sağlamtimur, koleksiyonun anlamını şu sözlerle anlatmıştı: “Bu kutuların çoğu, bir dönemin sokaklarını, evlerini, mutfaklarını, kahvehanelerini gördü. Benim için her biri, çocukluğumun bir parçası. Onlara baktığımda sadece tasarım görmüyorum; soba başında ısınan insanlar, komşunun bakkaldan getirdiği ekmek, fuar zamanı İzmir’deki renkli kalabalıklar geliyor gözümün önüne. Sergiyi gezen herkesin kendi hatıralarına bir kibrit çakmasını istiyorum.”
Bu sözler, serginin özünü en yalın haliyle özetliyor: Kibrit, bir dönemin küçük ama güçlü hafıza kutusu.
Bugün sokakta yürürken, elinizde bir kibrit kutusu gören kaç kişi kalmıştır? Çoğumuzun hafızasında, mutfak çekmecesinin köşesinde unutulmuş, yarısı kullanılmış bir kibrit kutusu vardır. Onun üzerindeki resim, belki de yıllar önce farkına bile varmadığımız bir güzelliktir.
“Kibrit Çakıyorsun Karanlıkta” sergisi, işte bu farkındalığı tazeliyordu.
Küçük bir kutunun kapağını araladığınızda, yalnızca ateş değil, anılar da alevleniyor. Ve o an, zamanın karanlığına küçük bir ışık çakıyorsunuz.
Haluk Sağlamtimur Hoca’nın bu sergiyi yenilemesi dileğiyle…