Kadının toplumsal rolü ve temsili, insanlık tarihinin her döneminde kültürler, coğrafyalar ve siyasi yapılarla şekillenmiş dinamik bir konu… Tarih boyunca kadınlar, bazen gölgede kalmış, bazen de ön saflarda yer alarak toplumların gelişiminde kritik roller üstlenmiş.
Arkeolojik bulgular ve antropolojik çalışmalar, insanlık tarihinin ilk dönemlerinde bazı toplumlarda anaerkil düzenlerin var olduğunu gösteriyor. Özellikle Neolitik Çağ’da tarımın keşfiyle birlikte bereket ve doğurganlık sembolü olarak kadınlar, toplulukların merkezinde yer alıyordu. Ana tanrıça figürleri ve kadın merkezli ritüeller, bu dönemlerde kadının hem dini hem de toplumsal açıdan güçlü bir temsiline işaret ediyor. Ancak bu durum evrensel değildi; avcı-toplayıcı toplumlarda ise cinsiyet rolleri daha çok iş bölümüyle şekilleniyordu.
Anadolu, Antik Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda kadının rolü, sınıf ve bölgeye göre büyük farklılıklar gösteriyordu. Atina’da kadınlar genellikle ev içinde sınırlı bir rol oynarken, Sparta’da fiziksel güç ve annelik üzerinden daha aktif bir konuma sahipti. Roma’da ise üst sınıftan kadınlar, politik etkiler yaratabiliyordu, ancak bu yine de erkek egemen bir çerçeveyle sınırlıydı. Bu dönemde kadının temsili, genellikle erkeğin tamamlayıcısı ya da annelik gibi idealize edilmiş rollerle sınırlı kalmıştı.
Orta Çağ’da dinlerin etkisiyle kadının toplumsal rolü yeniden tanımlandı. Avrupa’da feodal sistemde kadınlar, çoğunlukla eş ve anne kimlikleriyle tanınırken, manastır yaşamı bazı kadınlara eğitim ve özerklik şansı sundu. İslam dünyasında ise kadınların miras ve mülkiyet hakları gibi bazı yasal güvenceleri olsa da, toplumsal pratikte bu haklar sıklıkla kısıtlandı. Bu dönemde kadının temsili, genellikle dini metinler ve erkek otoritesi tarafından şekillendirildi.
Rönesans ve Aydınlanma ile kadınların entelektüel alandaki temsili artmaya başladı. Ancak bu, çoğunlukla üst sınıftan kadınlarla sınırlıydı. Sanayi Devrimi ise kadınları iş gücüne dahil ederek toplumsal rollerini dönüştürdü; fabrikalarda çalışan kadınlar, ekonomik bağımsızlık yolunda ilk adımları attı.
Yirminci yüzyıl, kadınların toplumsal rollerinde devrim niteliğinde değişimlerin yaşandığı bir dönem oldu. Birinci ve İkinci Dalga Feminizm, oy hakkı, eğitim eşitliği ve iş yaşamında temsil gibi konularda büyük kazanımlar sağladı. Türkiye’de de 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması, bu küresel hareketin bir yansımasıydı. Ancak, bu ilerlemeler her toplumda eşit şekilde gerçekleşmedi; birçok bölgede kadınlar hâlâ geleneksel rollerle kısıtlı.
Osmanlı Devleti’nde kadın hakları, İslam hukukunun tanıdığı bazı temel haklarla şekillenmiş, ancak pratikte geleneksel normlar ve erkek egemen bir sistemle sınırlanmıştı. Sarayda güçlü kadın figürleri ortaya çıksa da, geniş halk kesimlerinde kadınlar daha çok ev içi rollerle yetiniyordu. 19. yüzyıldaki modernleşme çabaları, kadınların statüsünü iyileştirmeye yönelik ilk adımları atmış, ancak esas büyük dönüşüm Cumhuriyetle gerçekleşmiştir. Osmanlı’daki kadın hakları, hem kazanımları hem de kısıtlamalarıyla, Türk kadınlarının Cumhuriyetle gelen haklarının temelini oluşturan bir miras bırakmıştır. Bu dönemde Batı etkisiyle kadınların toplumsal hayata katılımı tartışılmaya başlandı; örneğin, kadın dergileri “Hanımlara Mahsus Gazete”yayımlandı. Ancak bu reformlar, genelde şehirli ve elit kesimle sınırlı kaldı; kırsalda büyük bir değişim yaratmadı.
Cumhuriyetin Türk kadınlarına katkısı, hem toplumsal hem de hukuki alanda köklü değişimlerle dolu bir dönüşüm sürecini ifade ediyor. 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kadınların statüsünü yükseltmek ve eşitlikçi bir toplum yaratmak amacıyla bir dizi reform gerçekleştirdi.
Cumhuriyetin en önemli adımlarından biri, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’dur. Bu kanunla, kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip bireyler olarak tanındı. Osmanlı döneminde Şer’i hukuka dayalı sistemde kadınların miras, boşanma ve evlilik gibi konularda sınırlı hakları vardı. Medeni Kanun ile tek eşlilik zorunlu hale geldi, çok eşlilik yasaklandı.Kadınlara boşanma hakkı tanındı, mirasta kadın-erkek eşitliği sağlandı.Evlilik yaşı düzenlenerek çocuk yaşta evliliklerin önüne geçilmeye çalışıldı. Bu reformlar, kadınları aile içinde pasif bir rolden çıkararak yasal olarak özerk bireyler haline getirdi.
Cumhuriyet, kadınların eğitime erişimini artırmak için yoğun çaba gösterdi. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birleştirildi ve kız çocuklarının okula gitmesi teşvik edildi. Kız Enstitüleri ve köylerde açılan okullar, kadınların okuryazarlık oranını artırdı. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir millet ilerlemek istiyorsa, bu ilerlemede kadınların da payı olmalıdır” anlayışıyla, kadınlar bilim, sanat ve meslek edinme alanlarında desteklendi.
***
Bu değerli notları Ege Üniversitesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda akademisyen Dr. Elif Charlotte Nelson’un“Tarihsel Süreçte Kadının Temsili ve Toplumsal Rolü”başlıklı konuşmasından derledim.
Bu konuşma AASSM’de İzmir’de faaliyet gösteren çeşitli Rotary kulüpleri (İzmir Agora, İzmir Buca, İzmir Ege, İzmir Fikir Sanat, İzmir Konak) ve KADER (Kadın Adayları Destekleme Derneği) İzmir Şubesi tarafından organize edilen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliği nedeniyle yapıldı.
Agora Rotary Kulübü Başkanı Gülben Çalış’ın yönettiği panelde açılış konuşmasını Dönem Guvernörümüz Mert Korur yaptı. Mert Korur şöyle konuştu: “Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, Türk kadınlarına hukuki, sosyal ve siyasi alanda eşitlikçi bir zemin sunarak modern bir toplumun temelini attı. Bu reformlar, kadınların pasif bir rolden aktif birer yurttaş haline gelmesini sağladı. Ancak, bu kazanımların tam anlamıyla toplumsal hayata yansıması zaman aldı ve bazı bölgelerde geleneksel normlarla mücadele devam etti. Yine de Cumhuriyetin kadınlara açtığı yol, bugün Türkiye’deki kadın hakları mücadelesinin temel dayanağı olmaya devam ediyor”.
Ben de açılışta Rotary DEI Komitesi Başkanı kimliğimle konuştum: “Bugün kadınlar, bilimden sanata, politikadan iş dünyasına kadar her alanda varlık gösteriyor. Medya ve popüler kültür, kadının temsilini hem olumlu hem de olumsuz yönde etkiliyor. #MeToo gibi hareketler, cinsiyet temelli şiddete ve ayrımcılığa karşı farkındalığı artırırken, teknolojinin sunduğu platformlar kadınların seslerini duyurmasını kolaylaştırıyor. Yine de büyük eşitsizlikler var. Kadının tarihsel süreçteki temsili ve toplumsal rolü, baskı ve özgürleşme arasında gidip gelen bir hikâyedir. Her dönemde kadınlar, ya var olan düzeni dönüştürmüş ya da ona uyum sağlayarak hayatta kalmıştır. Günümüzde ise bu mücadele, daha eşitlikçi bir dünya için devam ediyor. Kadının temsili, yalnızca kadınların değil, tüm insanlığın hikayesini yansıtan bir ayna.”
Daha sonra “18- Yolları Açan Kadınlar” Belgesel Gösterimini izledik. Bu belgeselde Türk kadınlarının siyasi haklar konusunda birçok Batılı ülkeden önce önemli kazanımlar elde ettiği bir kez daha ortaya kondu. 1930’da kadınlara belediye seçimlerinde oy verme ve aday olma hakkı tanınması, 1934’te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmesi ve sonrasında 1935 seçimlerinde 17 + 1 kadın milletvekilinin meclise girmesi anlatıldı.
Bugün 8 Mart… Yer gök kadın sesleriyle inleyecek.
Unutmayalım: Cumhuriyet, kadınların toplumsal hayatta daha görünür olmasını sağladı. Giyimde modernleşme, kadınların iş gücüne katılımı ve kültürel etkinliklerde yer alması teşvik edildi. Öğretmenlik, hemşirelik, doktorluk gibi mesleklerde kadınların sayısı hızla arttı. Bu, geleneksel “anne ve eş” rollerinin ötesine geçerek kadınların birey olarak tanınmasını sağladı.
Laiklik ilkesi, kadınların dini kuralların baskısından kurtularak bireysel özgürlüklerini kazanmasında kritik bir rol oynadı.Kadınlar, kıyafet seçiminden meslek tercihine kadar daha geniş bir özgürlük alanına kavuştu.
Yaşasın kadın hakları, yaşasın Cumhuriyetimiz!