İzmir, tarih boyunca farklı kültürlerin, halkların ve medeniyetlerin kesişme noktası olmuş; “Ege’nin İncisi” unvanını boşuna almamış bir şehir. Coğrafi konumu, iklimi, denizi, limanı ve yaşam tarzıyla her daim bir cazibe merkezi olmuş, doğal olarak bir göç şehri olarak da öne çıkmış. Bu kent yalnızca bir coğrafya değil, aynı zamanda bir ruh ve kendine özgü bir yaşam biçimi de sunduğu için, “İzmir, geleni İzmirlileştirir” sözü kabul görmüştür.
İzmir, aslında tarih boyunca göçmenlerin buluştuğu bir liman kentiydi. Her gelen yanında kendi mutfağını, giyim kuşamını, müziğini, dansını, yani kültürünü getirdi. Zeybek, Horon, Halay gibi halk dansları, İzmir’in sokaklarında, düğünlerinde, festivallerinde oynanırken, dışarıdan gelenleri birleştirdi, onları İzmirlileştirdi. Üsküp’ün danslarıyla Artvin’in Horonu, Mardin’in Reyhanisi kucaklaşırken, çok sevdiğimiz İzmir ruhu çıktı ortaya… “Hoşgörü, saygı, özgürlük ve birlikte yaşama sevinci.” İzmir’de hayatı güzelleştirdi.
Antik dönemden Osmanlı’ya, Mübadele yıllarından Modern Türkiye sürecine kadar Levantenler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Türkler, Kürtler ve daha birçok topluluk bu topraklarda bir şekilde bir araya geldi. 1923’te gerçekleşen Mübadele, İzmir’in demografik yapısını köklü bir şekilde değiştirse de, şehir, her zaman yeni gelenleri kucaklayan bir anlayışa sahip oldu. Bugün de Türkiye’nin dört bir yanından ve hatta dünyanın çeşitli yerlerinden iş, eğitim ya da yaşam tarzı sebebiyle kente gelen insanlar, İzmir’in bu sarıp sarmalayan ruhunu seviyor ve kolayca benimsiyor.
Gelenlerin ‘İzmirlileşme’ serüveni, bir adres değişikliğinden ibaret değil, bir yaşam tarzına uyum süreci... İzmirlilik, bir etnik kimlikten çok, bir duruş, bir dünya görüşü, kendinden olmayana da duyulan saygı ve sevgi… Hoşgörülü olmak şart, rahat ve özgürlüğüne düşkün olmak esas, yaşamdan keyif almak önemli, birbirine saygı olmazsa olmaz… İşte İzmir, insanları bu değerlerle dönüştürüyor, değiştiriyor ve birleştiriyor. Doğudan batıya, kuzeyden güneye farklı şehirlerden gelenler, kısa sürede kendilerini İzmir’in sokaklarında, Kordon’unda ya da bir vapur yolculuğunda yan yana buluyor ve kentin doğal ahengine ayak uydurmaya başlıyor.
İzmir’de İstanbul’un kaotik temposu, Ankara’nın bürokratik havası yok. Hayat, daha sakin ama bir o kadar da renkli. Yumuşak başlı, iyi huylu bir insan gibi İzmir… Kordon’da gün batımını izlemek, Karşıyaka’da ya da Alsancak’ta dostlarla buluşmak, Bornova’da veya Buca’da Levanten izlerinin peşine düşmek, Kemeraltı’nda tarihle iç içe bir tur atmak, Urla’nın bağlarında şarap tadımı yapmak, İzmirli olmanın nimetleri… İşte bütün bu keyifli anlar, yeni gelenleri yavaş yavaş İzmirlileştiriyor. O yüzden diyoruz ki, sadece bir şehir değil, bir yaşam biçimidir İzmir.
***
İZMİR’İN İZMİRLİLEŞTİRMESİNİ EKD ÜYELERİ ÖYLE GÜZEL YANSITTILAR Kİ…
İşte bu çok çeşitli damardan beslenen farklı kültürlere bir anlamda sahip çıkmak da, benim için bir vatanseverlik örneğidir. Kimimiz mutfağına, kimimiz diline, kimimiz türküsüne, kimimiz dansına sahip çıkmalıyız ki, bu kentte harmanlanan İzmir’in birleştirici ruhu kaybolmasın. Kadim kültürlerin izleri, modern dünyanın hengâmesinde yitip gitmesin. Ege Kültür Derneği’nin geçen Cuma akşamı hınca hınç dolu bir salonda, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde düzenlediği dönem sonu gösterisi, “Geleneğin İzinde” adlı danslı anlatı, bu anlamda çok değerliydi benim için. En başından söylemeliyim ki, bu gösteri için emek veren herkes, benim için gerçek bir yurtseverdir.
Dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım ‘İzmirlileşme’ halini, Ege Kültür Derneği üyeleri, tüm boyutlarıyla harika bir şekilde sahneye taşıdılar. Hocasıyla, öğrencisiyle, akademisyeniyle, gönüllüsüyle, 97 dansçısıyla, geleneklerimize sahip çıkmak için çabaladılar. Yakından tanık olduğum için biliyorum, EKD üyeleri büyük bir imece ile hazırlandılar bu gösteriye. Örneğin, çok beğendiğimiz işlemeli rengârenk kostümler, efelerin görkemli başlıkları, Milas kadınlarının çiçekli özel yazmaları, yıl boyunca özenle hazırlandı. Güzel bir gösterinin telaşıyla yorgundular, ama gururla ve gülen yüzleriyle çıktılar sahneye…
Gösterinin ilk bölümü “Göçten Kalanlarla İzmir”, ikinci bölümü “Heybedeki Anılarla Muğla” adını taşıyordu. Hem anlatı, hem görsel, hem mizansen, hem de dans eşliğinde unutulmayacak bir gösteri oldu.
“Göçten Kalanlarla İzmir”in açılış sahnesinde, İzmir’in geçmişine kısa bir yolculuk yaptık. Kısacık bir mizansenle, Türk-Yunan nüfus mübadelesinin yaşattığı dram anlatılarak başladı gösteri. İkinci bölümde emektar Milas kadınlarının zeytin toplama sahnesi de etkileyiciydi. Özellikle erkek dansçıların bir zeytin mengenesini dans ile canlandırmaları fikri çok yaratıcıydı.
Göç olgusunu halk dansları ile işlemek de, bana göre çok iyi bir fikir. Bu fikri hayata geçiren Prof. Dr. Mehmet Öcal Özbilgin’i ve onun yetiştirdiği genç akademisyenleri ve genç eğitmenleri yürekten kutluyorum. Toplum olarak onlara büyük bir teşekkür borcumuz var. Emeği geçen herkesi ayakta alkışlıyorum.
İzmir’in tarihsel göçleri, şehrin kimliğini zenginleştiren ve onu Türkiye’nin en kozmopolit kentlerinden biri haline getiren önemli bir süreç… Ege Kültür Derneği’nin gösterisinde bu süreci, bazen hüzünle bazen keyifle, ama baştan sona bitmeyen bir heyecanla ve ilgiyle izledik. “İzmirlilik” ruhu sahneden salona coşku ile yayıldı. Alkış sesleri benim hâlâ kulağımda.
Çıkışta dostlarıma dediğim gibi, “Sahnede gördüğümüz İzmir, halen göçmenleri kendine çeken ve onları İzmirlileştiren bir şehir olarak bu mirasını sürdürmektedir”.
AASSM’de bu fikri öyle güzel yaşadık ki. Aşk olsun!