Cumhuriyet’in ilanından beri, bu ülkede bir kültürel ve siyasi kamplaşma yaşanmıştır. Özellikle doksanlardan sonra kimlik politikalarının yükselmesi ve ona bağlı olarak, Cumhuriyet’i tehdit altında olduğu algısı, karşılıklı olarak radikalleşmeyi beraberinde getirmiştir.

Bir tarafta Cumhuriyetçi ve modernist bir radikalizm, öte tarafta Cumhuriyet ile hesaplaşma içinde olan kimlikçi siyasi hareketler. Kimlikçi siyasallaşma, Demokratik Cumhuriyet veya İkinci Cumhuriyet akımları, bazı Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, çağın şartlarına göre, Cumhuriyetin reforma uğraması ve yenilenmesi olarak değil de genellikle, ondan intikam alma ve yok sayma türünden anlayışlara yol açmıştır. Yani toptan ret yolunu tercih etmişlerdir.

Cumhuriyet, kuruluşu itibarı ile radikal bir modernleşme projesiydi. Dolaysıyla her radikal dönüşümde olduğu gibi, otoriter ve katı uygulamaları vardı. Ama Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundaki anlayış, bazı İslam ülkelerindeki cumhuriyetler gibi meşruiyetini kutsala dayanmıyordu. Tarif, “ilhamımızı hayatın gerçeklerinden alıyoruz” şeklindeydi. Ve hayat değişir.

İşte sırf bu yüzden, kendini yenileme ve düzeltme kapasitesi taşıyordu. Nitekim güçlerin birliğinden, 1961 Anayasası ile güçlerin ayrılığına geçiş, Cumhuriyet içinde bir reformdu. Kılık kıyafet yasasından tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununa kadar bir dizi kuruluş dönemi tedbirleri zaman içinde değişime uğradı.

Sıkça vurgulamaya çalıştığım gibi, hem Kemalistler (Atatürk döneminin uygulamaları ile sınırlı bir Cumhuriyet algısına sahip olanlar) hem de İslamcı ve İkinci Cumhuriyetçiler, donuk bir Cumhuriyet anlayışında birleşiyorlardı. Kutsayanlar da 1923 ile 1938 arasını kutsuyorlardı, hesaplaşmak isteyenler de yine bu dönemin uygulamalarını sabitliyorlardı.

Toplumun geniş kesiminde derin üzüntüye yol açan, Volkan’ın ölümü üzerine, DEM Grup Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder, duygusal bazı açıklamalar yapmıştı. Onun verdiği örnek bir hayli ilginçti.

Daha önceki Çözüm Süreci aşamasında, Akil Adamlar olarak 700 km boyunca Karadeniz’de hep taşlandık. Volkan, gelin benim evimde kalın deyip ve bizi misafir etti demişti. Ne güzel bir tutum değil mi?

Volkan Konak, Atatürk ve Cumhuriyet hayranı bir sanatçıydı. Konuşmalarında ve konserlerinde bu çok öne çıkan bir temaydı. Bu nedenle de Çatalca Müftüsü, bu ölüm üzerine, “Geberdi” diye bir paylaşım yapmıştı. Cumhuriyet nefreti ile tabii ki.

Süreyya Önder hem sanatçı hem de siyasetçi olarak, geniş kitlelerden sempati toplamış bir kişi. Ben “Beynelminel” filmi ile tanıdım. Sonra da çok sayıda konuşmasını dinledim, yazılarını okudum. Demokrasi düşüncesini ve eleştirel tutumunu sıkça dile getirirdi.

Kendisi Türk olduğu halde, Kürt hareketinin sözcülerinden biri haline gelmişti. Mecliste, Meclis Başkan Vekili olarak da görev alıp, bütün siyasi partilere eşit mesafede durmaya çalışan ve düşünce özgürlüğünü savunan biriydi.

Bazı görüşlerini dile getirme şeklini radikal bulmuşumdur. Söz konusu kutuplaşma ve hesaplaşma havası, zaman zaman bu görüşlerine yansımıştır. En son dikkat çekici ve karşı kutbu da harekete geçirici cümlesi şu olmuştu: “Ben bu Cumhuriyet’in ne hayrını görmüşüm ki...”

Bu bir yorumdur. Ama ben ağır buldum doğrusu. Bunu söylerken Cumhuriyet’in eleştirilmez olduğunu söylemek istemiyorum tabii ki. Ama Cumhuriyet reformlarının tamamen yok saymak ve bütün uygulamalarını, Kürtlerin ve diğer kimlik gruplarının asimile edilmesi uygulamasına indirgemeyi kendi adıma doğru bulmam. Ama başkası bulabilir.

Şimdi kendisi çok önemli bir ameliyat geçirdi. Hayatta kalma mücadelesini kazanmasını canı gönülden diliyorum. Yaşamasını çok isterim doğrusu.

Barışsever, iyi yürekli ve nüktedan bir siyasetçi olarak örneği az bulunan bir kişiliği vardı.

Volkan Konak’ın ölümünden sonra “geberdi” diyen cenah gibi, şimdi de Süreyya Önder’in bu yaşam tehlikesi karşısında, ona hiç de hoş olmayan ifadeler kullananlar var. Yani bu yapı Çatalca Müftüsü gibi insanlar üretiyor iki kutupta da.

Demirel de “Cumhuriyet camilerimizi yıktı, ahır yaptı” ve “İsmet İnönü, asker kaçağıydı” propagandası yapan bir gelenekten geliyordu. Son yıllarda Cumhuriyet’in ne kadar değerli bir şey olduğunu anlatmak için şu veciz sözü söylemişti: "Cumhuriyet benim. İslamköy’den bir köylü çocuğunu alıp, Çankaya Köşkü’ne çıkaran şeydir Cumhuriyet."