Yazı dizimizin, 21. yüzyılın en büyük zalimleri ile ilgili kısmı bugün sona eriyor. Bir kez daha hatırlatmak istiyorum; bu yazı dizisi isminin açıkça belirtilmediği ama yaşanmışlıklarıyla gün gibi ortada olan bir siyasi düzeni anlatır. Din, milliyetçilik, medya, eğitim, tarih ve yoksulluk gibi toplumsal alanlar üzerinden şekillenen bu yapı, kendi halkını sindirmenin yöntemlerini sürekli güncelleyerek sürdürülebilir bir baskı düzeni kurmuştur. Yazılanlar sadece bir ülkeye değil, benzer yapıların hüküm sürdüğü her coğrafyaya seslenir. Ama bazı imgeler ve alışkanlıklar, bazı gölgeler yalnızca bir ülkeye ait olacak kadar tanıdıktır.

Kutsalın gölgesinde: Dinin araçsallaştırılması ve günah üzerinden kurulan korku rejimi

"Din bireyin vicdanında yaşar; ama siyasetin eline düştüğünde tanrının adına zalimler konuşur."

Bir ülkede iktidarın ömrü uzadıkça, dine olan ihtiyacı artar. Çünkü halk, kutsal olanı sorgulamakta zorlanır. Böylece din, bireyin iç huzurundan çıkar, rejimin dış çeperine dönüşür. Cami kürsüleri propaganda merkezlerine, vaazlar parti bildirilerine, hutbeler düşman listelerine dönüşür.

Dini kurumlar devletleşir; devlet ise kutsallaşır. Artık iktidara muhalif olmak sadece siyasi bir tutum değil, iman eksikliği olarak görülür. Kadının bedeni, yaşam biçimi, kıyafeti “ilahi düzen” adına hedef alınır. Sorgulamak günaha, itiraz etmek sapkınlığa dönüşür.

Dindar nesiller yetiştirme söylemiyle aslında sorgulamayan, eleştirmeyen, sadece emir alan nesiller şekillendirilir. Din, adaletin değil; itaati kutsallaştırmanın aracı olur.

Hafızanın silinişi: Tarihin sorgudan kaçırılması

"Bir ulusun belleği silinirse, neyin doğru olduğunu kimse bilemez."

Tarihi yeniden yazmak, bugünü tahkim etmenin en eski yoludur. Okullarda anlatılan tarih, zaferlerle doludur. Herkes kahramandır, herkes doğrudur. Ama o kahramanlıkların arkasındaki ihlaller ve baskılar silinir.

Arşivler erişilemez, kitaplar sansürlü, filmler yasaklıdır. Toplumun hafızası törpülenir, unuttukça iktidarın yalanı hakikate dönüşür. Eleştirel tarihçilerin sesi kesilir, alternatif bellek çalışmaları terörize edilir. “Bir zamanlar böyle şeyler oldu mu?” sorusu bile suç sayılır hale gelir.

Unutturulan bir geçmişin üzerine, sahte bir gelecek yazılır. Oysa hafıza, yalnızca geçmişi değil, geleceği de inşa eder. Ve iktidar, bu hafızadan korkar.

Sürgünler coğrafyası: Gitmek zorunda bırakılanların ülkesi

"Bazı insanlar yurtlarından göç etmez; sürgün edilirler, sadece pasaportlarına el konmaz, hatıralarına da konulur."

Bu sistem, kendini eleştiren her bireyi ya içeride tutar ya dışarı atar. Gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, sanatçılar… Ya tutuklanır ya işten atılır ya da “kendiliğinden” gitmek zorunda kalır. Sınır dışı edilmese bile, vatan dışı bırakılır.

Pasaportuna el konulan bir anne, ülkesinde mezarı olmayan bir baba, ülkesine dönemeyen bir yazar bu hikâyenin sıradan karakterleridir. Diaspora ise bir tercihten çok, bir mecburiyet coğrafyasıdır artık. Ve bu sürgünler, yaşadıkları ülkelerde susturulmuş bir halkın vicdanına dönüşür.

Sürgün edilen sadece insan değil; fikir, umut, itiraz, hatta hatıradır.

Zalimliğin estetiği: Beton, bayrak ve beka üçgeninde kurulan egemenlik

"Estetik bir dille yapılan baskı, halk tarafından sanat sanılabilir."

Meydanlara yapılan saat kuleleri, milyonluk camiler, saraylar, törenler... Bu estetikte gösteri vardır ama adalet yoktur. Halk açken yükselen binalar, zenginliğin ve egemenliğin betondan simgelerine dönüşür.

Bayrak her yere asılır, her şey “yerli ve milli” ilan edilir. Her eleştiri “beka meselesi” olarak görülür. Artık bir adımı sorgulamak bile devlete, vatana, hatta dine ihanet sayılır. Eleştiriden korkan bir iktidar, kendi kutsalını yaratır. Ve o kutsalın içine dokunulmazlıklar yerleştirir.

Bu estetik zulümde, halk hem hayran hem sessizdir. Çünkü sorgulamak sadece tehlikeli değil, estetik dışıdır.

Toplumsal psikoloji ve sessizlik: Alıştırılan biat

"Bir toplum baskıya alıştığında, zalime ihtiyaç kalmaz; çünkü herkes birbirini zapt eder."

Toplumlar korkuyla değil, alışkanlıkla bastırılır. Önce korkarsın, sonra susarsın, sonra unutursun, en sonunda savunursun. Komşular birbirini ihbar eder, aileler çocuklarına “fazla konuşma” der, iş yerleri, çalışanları sosyal medyadan izler.

Sistem, insanlar arasında birbirine korku salarak ayakta kalır. Zalim her yere yetişemez; bu yüzden insanların birbirini gözetlemesini ister. Ve bir gün herkes, zalimin küçük bir kopyasına dönüşür. Böylece iktidar, en büyük baskıyı kendisi değil, halk aracılığıyla uygular.

Yoksullukla terbiye: Yardımın biata dönüştüğü sistem

"Yoksulluk, yalnızca bir ekonomik durum değildir; aynı zamanda siyasal bir susturma aracıdır."

Yoksul bırakılmış bir halk, yardıma mahkûm bırakılmıştır. Yardım, hak değil; lütuf gibi sunulur. “Teşekkür et” denilen her koli, aslında bir susturma aracıdır. Sosyal yardımlar, iktidara sadakatin belgesi hâline gelir.

Bir annenin aldığı süt desteği, oy pusulasına bağlanır. Bir öğrencinin bursu, rejime sadakatiyle ölçülür. İnsanlar yardımı kaybetmemek için susar. Böylece iktidar, sadece karın doyurmaz; sessizlik satın alır.

Bir çağın tanıkları: Sessizliğe rağmen yazılanlar

"Zulmü yazmak da bir direniştir."

Tüm bu karanlık düzende hâlâ konuşanlar, yazanlar, hatırlayanlar vardır. Bazısı sürgünde, bazısı içeride, bazısı hâlâ sokakta. Bazısı kalemle direnir, bazısı zulmü asla unutmayarak ve hafızayı diri tutarak.

Bu yazı dizisi, onların sesi olsun diye yazıldı. İsimsizlerin, fişlenmişlerin, dışlanmışların ve yok sayılmışların ortak hafızasına bir cümle daha eklemek için.

Bu ülkenin adını anmadım, çünkü gölgesi çok büyük. Ama anlatılanlar, adını koymasak da herkesin bildiği bir hikâye. Tanıdık liderler, tanıdık zalimler, tanıdık zulüm…

Unutmayalım diye yazdım. Çünkü unutulan her şey, tekrar eder. Unutma: “Zulmü unutanlar, bir gün onun seyircisi olur.”