Pazar günü neşenizi ya da dinlenme halinizi bozmak istemem. Ancak Türkiye’yi, önümüzdeki günlerde direk bölgesel bir savaşa dahil olabileceği, çok zor günler bekliyor. Güney’deki sınır komşumuz Suriye’deki Esad rejimi bugün yarın tamamen çökebilir. Bazı kaynaklara göre Esad’ın birkaç gün önce Moskova’ya gittiği ve henüz dönmediğine dair rivayetler var. Suriye Arap Cumhuriyet Ordusu’nun sahada silahlarını bırakarak, dört gün önce Halep’e doğru saldırıya geçen HTŞ grupları ile çatışmadan, Şam’a kaçtıkları söyleniyor. Kısacası çanlar bu kez Suriye için çalıyor! Durum tahminin edebileceğimizden öte vahim bir hal alabilir. Bölge ülkeleri tetikte. Son dört gündür yaşanan durum karşısında, Türkiye’nin olası senaryolarda tutum ve pozisyonunun neler olabileceğine dair bir analiz yapmadan önce, bugüne dek yaşanan Suriye iç savaşındaki gelişmeleri, yer alan taraf ve gruplar ile bunların Esad rejimine karşı aldıkları konum bağlamında özetlemek istiyorum. 

Suriye iç savaşı, 2011'de Arap Baharı dalgasıyla başlayan kitlesel protestoların hızla geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesiyle ortaya çıkmıştı. Ne yazık ki bu çatışmalar, bölgesel ve küresel aktörlerin dahil olduğu çok katmanlı bir yapıya bürünerek, modern tarihin en karmaşık iç savaşlarından biri haline geldi. Bugün gelinen noktada, HTŞ'nin (Heyet Tahrir el-Şam) 2017’den itibaren birkaç gün öncesine kadar, Suriye Hükümeti’nin kontrolünde olan Halep’e ilerleyişi, savaşın dinamiklerini yeniden şekillendiriyor. Öncelikle, Suriye’de hâkim olan devletleri ve grupları incelersek;

1. Esad Rejimi

Esad rejimi, Suriye iç savaşının başından itibaren temel olarak iki hedef güttü: İktidarını korumak ve ülke üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etmek. Rejim, bu süreçte ciddi insan hakları ihlalleri ve ağır savaş suçlarıyla itham edilmiştir. Suriye devlet Başkanı Esad’ın yardıma çağırdığı ve müttefikleri olan Rusya ve İran hem askeri hem de ekonomik destek sağlayarak bugüne dek rejimin ayakta kalmasını sağlamıştı. Suriye'de Beşar Esad rejimi, ülkenin yaklaşık %60'ını kontrol etmektedir. Kontrol alanları, başkent Şam, Halep, Hama, Humus gibi büyük şehirlerin yanı sıra kıyı bölgesini (Lazkiye ve Tartus) kapsamaktadır. Ülkenin geri kalanında ise farklı gruplar hakimdir.

2. Rusya

Rusya, Suriye'deki varlığını, kendi jeopolitik çıkarlarını koruma ve genişletme stratejisiyle ilişkilendirmiştir. Moskova, Tartus ve Hmeymim üslerini koruyarak Doğu Akdeniz'deki askeri varlığını güçlendirmiştir. Rusya, Esad rejimine hava saldırıları ve lojistik destek sağlayarak, rejimin stratejik öneme sahip bölgelerdeki kontrolünü artırmasına yardımcı olmuştur. Ancak Rusya, Suriye'deki varlığını korurken bir yandan da Türkiye ile çatışmadan kaçınmaya çalışmıştır. Bu durum, Rusya'nın karmaşık bir denge politikası yürütmesine neden olmuştur.

3. İran ve Hizbullah

İran, Suriye'yi "Şii Hilali" stratejisinin bir parçası olarak gördüğü için bölgedeki etkisini artırmak adına, savaş boyunca Esad rejimini desteklemiştir. İran Devrim Muhafızları ve ona bağlı milis gruplar, Suriye'nin özellikle Şam çevresi ve Güney bölgelerinde rejime kritik saha desteği vermiştir. Hizbullah ise İran'ın bölgedeki en önemli vekil gücü olarak hem tecrübeli savaşçılar hem de lojistik destek sağlayarak savaşın gidişatını etkileyen önemli bir aktör olmuştur. İran'ın bu süreçte İsrail ile doğrudan veya dolaylı çatışmalara girmesi, bölgedeki tansiyonu artırmıştır.

4. HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam)

HTŞ, El-Kaide'nin Suriye'deki kolu olarak ortaya çıkmış, zamanla daha bağımsız bir çizgiye kayarak kendi kontrol alanlarını genişletmiştir. HTŞ, özellikle İdlib bölgesinde hâkimiyet kurmuş ve burada şeriat esaslı bir yönetim modeli uygulamaya çalışmıştır. Son dört gün içerisinde, Halep'in yarısını ele geçirmesi, örgütün saha etkinliğini artırırken, HTŞ'yi hem rejim güçleri hem de diğer muhalif gruplar için önemli bir tehdit haline getirmiştir. HTŞ, aynı zamanda Türkiye'nin sınır güvenliği için de potansiyel bir risk kaynağıdır.

5. YPG/PYD

YPG, Kürtlerin öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ana omurgasını oluştururken, PYD siyasi kanadını temsil etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğiyle IŞİD'e karşı önemli başarılar elde eden YPG, Kuzey ve Doğu Suriye'de geniş bir alanı kontrol etmektedir. Türkiye, YPG'yi PKK'nın bir uzantısı olarak görerek "terör örgütü" olarak tanımlamış ve bu gruba karşı askeri operasyonlar düzenlemiştir. YPG, Esad rejimiyle zaman zaman taktiksel anlaşmalar yaparak, kontrol ettiği bölgelerdeki varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.

6. ISIS (DAEŞ)

IŞİD, Suriye iç savaşında hem rejim hem de muhalif gruplar için önemli bir tehdit oluşturmuş, kontrol ettiği geniş bölgelerde vahşi yöntemlerle kendi "hilafet" düzenini kurmaya çalışmıştır. Ancak, uluslararası koalisyonun hava saldırıları ve kara operasyonları sonucunda IŞİD'in etkinliği büyük ölçüde azalmış, lider kadrosu önemli kayıplar vermiştir. Buna rağmen örgüt, hücre yapılanmaları aracılığıyla bölgede saldırılar düzenlemeye devam ederek, bir güvenlik tehdidi olmaya devam etmektedir.

7. Türkiye

Türkiye, Suriye iç savaşında aktif bir rol üstlenerek hem rejime hem de YPG'ye karşı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Türkiye'nin Suriye politikası, öncelikle sınır güvenliği ve mülteci akını gibi ulusal güvenlik endişelerine dayanmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, Astana Süreci çerçevesinde Rusya ve İran ile diplomatik iş birliği yaparak çatışmaların azaltılmasına katkı sağlamaya çalışmıştır. Türkiye'nin HTŞ'nin son ilerleyişine nasıl yanıt vereceği, Ankara'nın Suriye'deki rolünü yeniden şekillendirebilir.

8. Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail

ABD, Suriye'deki varlığını büyük ölçüde IŞİD'le mücadele ve İran'ın nüfuzunu sınırlama üzerine inşa etmiştir. SDG'ye sağladığı destek ile bölgedeki etkinliğini artırmak istemesi, Türkiye ile zaman zaman gerginliklere yol açmıştır. İsrail ise Suriye'deki İran ve Hizbullah varlığına yönelik saldırılar düzenleyerek kendi ulusal güvenliğini koruma çabası içindedir. İsrail'in özellikle, Suriye'deki İran destekli Hizbullah ve Devrim Muhafızlarına yönelik saldırıları, Esad rejiminin savunma gücünü epey zayıflatmıştır.

Son dönemde, HTŞ'nin Halep'teki ilerleyişi ve kullandığı ileri teknolojik silahların kaynağına dair ortaya atılan iddialar, özellikle Türkiye'nin HTŞ'ye yönelik dolaylı destek verdiği söylentilerini güçlendirmiştir. Örgütün kullandığı İHA (insansız hava aracı) ve SİHA (silahlı insansız hava aracı) gibi ileri teknoloji ürünler, HTŞ’nin sıradan bir milis grup olmaktan daha fazlası haline geldiğini göstermektedir. Bu teknolojilerin HTŞ’nin eline nasıl geçtiği, başta Ukrayna ve Türkiye olmak üzere çeşitli aktörlerle ilişkilendirilmiştir.

Ukrayna Bağlantısı

Birçok analist, Ukrayna'nın HTŞ'ye İHA/SİHA teknolojisi ve ilgili eğitim desteği sağladığını iddia etmektedir. Ukrayna’nın bu adımı, kökleri çok daha geniş olan uluslararası stratejik hesapları yansıtmaktadır: Rusya’yı dolaylı olarak zayıflatma ve Moskova’nın Suriye’deki etkisini kısıtlama. Ukrayna'nın böylesi bir desteği HTŞ’ye doğrudan tedarik ettiğine dair kesin kanıt bulunmasa da bazı uzmanlar, bu bağlantının sınır aşırı tedarik zincirleri aracılığıyla gerçekleştiğini düşünmektedir.

Türkiye’nin Rolü

Türkiye’nin HTŞ’ye doğrudan veya dolaylı destek verdiği iddiaları çeşitli kaynaklardan dile getirilmiştir. Bu iddialar genellikle şu noktalarda odaklanmaktadır:

Sınırdan Geçiş Kolaylığı: HTŞ’nin askeri teçhizat ve silah tedarikinin bir bölümünün Türkiye’den sağlandığı ve bu teçhizatın Suriye içine, sınır geçişlerinde göz yumulduğu iddia edilmektedir. Türkiye, bu iddiaları kesin bir dille reddetmekte ve HTŞ’yi resmen bir terör örgütü olarak tanımaktadır.

Türkiye’nin askeri ve finansal olarak desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile HTŞ İş birliği: SMO'nun HTŞ ile bazı operasyonel alanlarda iş birliği yaptığına dair haberler, Türkiye'nin bu iş birliğini kolaylaştırdığı yönünde eleştirilere yol açmıştır. Ancak, bu iş birliğini büyük çapta sahada ortaya çıkan yerel dinamikler belirlemektedir.

Esad rejiminin, olası bir çöküş senaryosu karşısında, ortaya çıkabilecek sonuçlar:

Güç Boşluğu
Esad rejiminin çökmesi durumunda Suriye’de büyük bir otorite boşluğu doğacaktır. Bu boşluk, çeşitli aktörlerin (örneğin HTŞ, YPG/PYD, Suriye Milli Ordusu, İran destekli milisler ve diğer radikal gruplar) kendi alanlarını genişletmek için harekete geçmesine neden olabilir.

YPG/PYD'nin Pozisyonu
YPG/PYD, Esad sonrası dönemde Kuzey Suriye’de, bağımsız bir yapı kurma hedeflerini hızlandırabilir. Türkiye, bunu kendi ulusal güvenliği açısından kırmızı çizgi olarak görmektedir ve bu durum askeri müdahaleye yol açabilir.

Bölgesel Aktörlerin Müdahalesi
İran, Rusya, ABD ve İsrail gibi aktörler, Suriye'deki güç boşluğunu doldurmak için farklı şekillerde müdahil olabilir. Bu, Suriye’nin çok daha karmaşık bir savaş alanına dönüşmesine neden olabilir. Bu aşamada bilhassa, Trump’ın 20 Ocak’ta başkanlığı devralmasından sonra, Amerika’nın alacağı pozisyon çok büyük önem arz edecektir.

Türkiye’nin Pozisyonu

Türkiye, sınır bölgelerinde daha güçlü önlemler almak ve mülteci akınlarını kontrol altına almak zorunda kalacaktır. Esad rejiminin çöküşü durumunda, Suriye’nin kuzeyinden gelen yeni bir göç dalgası Türkiye'yi büyük bir insani krizle karşı karşıya bırakabilir. Türkiye, SMO’yu Esad sonrası süreçte, en güçlü ve düzenli askeri güçlerden biri haline getirerek, kendi çıkarlarına uygun bir tampon bölge oluşturmak için daha aktif bir rol oynayabilir. Türkiye, Esad rejiminin çökmesiyle birlikte YPG/PYD’nin güçlenmesine karşı daha sert adımlar atabilir. Bu, kara harekâtı veya Suriye içindeki daha geniş çaplı askeri operasyonları içerebilir. Türkiye, bölgesel bir savaşın önüne geçmek için Rusya, ABD ve Avrupa Birliği ile diplomatik kanalları güçlendirmek zorunda kalacaktır. Ancak, bu iş birlikleri aynı zamanda Türkiye’nin çıkarlarına ters düşen talepler de içerebilir.

Türkiye’nin savaşa doğrudan dahil olma ihtimali ise, sınır güvenliğinin ciddi şekilde tehdit edilmesine veya YPG/PYD'nin Türkiye’nin kontrolü altındaki ya da “kırmızı çizgim” dediği bölgelere yönelik etkinliklere bağlıdır. Türkiye’nin böyle bir durumda savaşa dahil olması yüksek bir olasılıktır. Savaşa direk dahil olma; Türkiye içinde terör saldırılarının artmasına ve güvenlik risklerinin yükselmesine neden olabilir. Özellikle, sınır bölgelerinde istikrarın bozulması ve radikal grupların Türkiye’ye sızma ihtimali artar. Savaşa dahil olmanın ekonomik maliyeti de çok yüksek olacaktır. Türkiye, askeri harcamalarda ciddi bir artış yaşarken, mülteci krizinin ekonomik yükü daha ağır hale gelebilir. Türkiye’nin askeri müdahaleleri, uluslararası toplumda tepki toplayabilir ve diplomatik izolasyona yol açabilir. İran ve Rusya ile ilişkiler daha da kötüleşebilir ve bu da Türkiye’nin stratejik çıkarlarına zarar verebilir. Ayrıca, Türkiye'nin ulusal güvenlik stratejileri açısından, PYD/YPG güçlerine karşı operasyonları arttırması ABD ve NATO ile ilişkilerde de istenmeyen gerilimlere yol açabilir.

İşte, yukarıda özetlemeye çalıştığım tüm bu sebeplerden dolayı, Türkiye’nin Suriye’deki askeri angajmanı, bugün gelinen noktada, maalesef "savaş tam da kapıda" durumu yaratıyor. Savaşı kapıdan defetmek ise Türkiye’nin dirayetli ve barışçıl politikalar uygulamasıyla mümkün olabilir. Bunun için; Türkiye'nin, Suriye'deki çatışmalara direk dahil olmaktan kaçınması gerekiyor. Türkiye, güçlü bir diplomatik liderlik ve stratejik bir askeri yaklaşım sergileyerek, doğrudan savaş yerine barışçıl ve sürdürülebilir çözümler aramalıdır.