15 Haziran 2025. Türk edebiyatının büyük ustası Attila İlhan, eğer aramızda olsaydı, bugün 100 yaşına basacaktı. Onun dizeleriyle büyüyenler, romanlarıyla düşünenler, fikirleriyle yol bulanlar için bu tarih, bir anma değil… Attila İlhan, sadece bir şair, bir romancı ya da bir düşünür değildi; o, İzmir’in mavi rüzgârlarından doğan, memleketin her köşesine sesini taşıyan bir güçlü bir ruhtu.

Attila İlhan’ı anmak, Kemeraltı’nın dar sokaklarında, Kordon’un dalga seslerinde bir yürüyüşe çıkmak gibi. İzmir’in o kendine has kokusu, denizin tuzu, onun dizelerinde hep bir iz bırakmıştır. “Ben sana mecburum bilemezsin / Adını mıh gibi aklımda tutuyorum” derken, sanki Alsancak’ın bir akşamüstü melteminde sevgiliye seslenir. İzmirliliği, onun şiirine bir renk, bir tat, bir hüzün katar; ama bu hüzün, asla yenilgi değil, aksine bir direniş, bir aşktır. İzmir’in özgür ruhu, onun kaleminde memlekete duyulan büyük bir sevdaya dönüşür.

Onun eserleri, bugün bile sanki dün yazılmış gibi capcanlı. Romanlarında insanımızın her bir yüzünü, her bir yarasını resmederken, İzmir’in liman işçilerinden, Menemen’in köylülerine uzanan bir insanlık korosu yaratır. “Kaptan”ın serüvenlerinde ya da “Sokaktaki Adam”ın yalnızlığında, hep bir İzmir esintisi hissedilir; o denizin, o isyanın, o mavinin izi. “Zenciler Birbirine Benzemez”de ise bir dönemin çalkantılarını anlatırken, sanki Konak Meydanı’nda bir kahvehanede konuşur gibi samimi, ama bir o kadar derin.

O, sadece kalemiyle değil, duruşuyla, konuşmasıyla da İzmir’in özgür ruhunu yansıtırdı…

Onu, Demokrat İzmir Gazetesinde genel yayın yönetmeniyken, lise öğrencisi olarak ziyaret ettiğimizi anımsıyorum. Konak’tan Pasaport İskelesi’ne uzanan yürüyüşünde sık sık görürdüm daha sonraki yıllarda, o zarif siluetini unutamıyorum. İzmir’in denize nazır yollarında, sanki her adımıyla bir şiir yazarcasına ilerlerdi…Ne çok anımız var: Genç bir gazeteci olarak dönemin İzmirspor BaşkanıCavit Ölçer’in mimarlık bürosunda onunla geçirdiğimiz uzun sohbetlerde, İlhan’ın fikirleri adeta bir nehir gibi akardı, hiç unutur muyum? Memleket meselelerinden edebiyata, tarihten aşka, onun sözleri hem öğretir hem düşündürürdü.

İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayımlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.”

Attilâ İlhan, roman yazımına başladığında, dönemin diğer yazarları genellikle yerel ve kırsal temaları, olayları ve karakterleri işlerken, o kent insanını ve Türkiye’nin yakın tarihini siyasal, ekonomik ve toplumsal boyutlarıyla ele alan özgün bir yaklaşım benimsedi. Sadece İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerin yaşam biçimini, dönemin ekonomik ve toplumsal sorunlarını kahramanlarının bakış açısıyla aktarmakla kalmıyor, aynı zamanda Batı kültürünün Türkiye’deki yansımalarını, bu etkileşimin olumlu ve olumsuz yönlerini, Avrupa şehirleriyle paralellik kuran bir çerçevede ve yarattığı karakterler üzerinden derinlemesine irdeliyordu.

Attilâ İlhan’ın, romanlarında “hazırlık ve arayış dönemi” olarak adlandırılabilecek evrede yazdığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez, yazarın Paris’te geçirdiği yılların deneyim ve gözlemlerini karakterlerine yansıttığı eserlerdir. Sokaktaki Adam, Türkiye’de Batılılaşma çabasıyla toplumdan uzaklaşan ve bu süreçte bocalayan bireylerin hikayesini işlerken, Zenciler Birbirine Benzemez Avrupa’da komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan, ideallerinde hayal kırıklığına uğramış bir devrimcinin öyküsünü anlatır. Sokaktaki Adam’da her bölüm farklı bir karakterin bakış açısıyla aktarılır ve bu, Attilâ İlhan’ın Türk edebiyatına kazandırdığı yenilikçi bir anlatım tarzı olarak öne çıkar. İlerleyen romanlarında da görüldüğü üzere, olaylar diyalektik bir yaklaşımla ele alınır; kahramanlar güçlü ve zayıf yönleriyle okuyucuya sunulur, birbirlerini yargılamaz ve önyargı yaratmaktan kaçınır.

Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için şunları ifade etmiştir: “Roman, soğuk savaşın en çalkantılı döneminde yazıldı ve yayımlandı. Oldukça karmaşık bir meseleyi tartışıyordum. Kitabın kahramanı, İstanbul ve Paris’teki ‘solcu’ çevrelerle ilişki kuruyor, onlarla olan diyaloglarını ve çatışmalarını aktarıyordu. Her şeyi açıkça yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmek anlamına gelirdi. Bu yüzden içeriğe hafif puslu bir atmosfer kattım.”

Romanın dilindeki farklılık, yazarın o dönemde yoğun Fransızca çalışmalarına bağlıdır; bazı cümleleri önce Fransızca düşünüp ardından Türkçe’ye çevirerek kaleme almıştır.

Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa… Her bir romanda, Türkiye’nin tarihindeki dönüm noktalarını yansıtan aydın karakterler üzerinden, siyasi ve toplumsal dinamikler incelenir. Birbiriyle bağlantılı bu karakterler, her romanda birinin bakış açısıyla öne çıkarak olayları aktarır. Seri, bütünüyle ele alındığında, İlhan’ın Türk aydınına yakın tarihi sorgulama fırsatı sunduğunu ve toplumcu-gerçekçi perspektifiyle çözüm yolları önerdiğini gösterir.

Attila İlhan, İzmirliliğinin getirdiği o alaycı, o sorgulayıcı tavrıyla bir entelektüeldi. “Hangi Batı?”, “Hangi Sol?” diye sorarken, Türkiye’nin yolunu ararken, hep bağımsız bir düşüncenin peşindeydi. Emperyalizme karşı duruşu, sosyalizme olan inancı, ama dogmalara kapılmayan özgür ruhu, onu sadece bir şair değil, bir öğretmen yaptı. İzmir’in o asi, o özgürlükçü ruhu, onun fikirlerinde hep dalgalandı.

Bugün, 100. yaşında, onu anarken, sadece bir edebiyat devini değil, İzmir’in bir evladını, memleketin bir yoldaşını hatırlıyoruz. Onun dizeleri, hâlâ Kordon’da oturan gençlerin dilinde, hâlâ âşıkların kalbinde, hâlâ özgürlük sevdalılarının düşlerinde. “Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlar” gibi, onun mirası da öyle diri ki…

Attila İlhan, aramızdan ayrılalı 20 yıl oldu, ama o hâlâ burada. Bir şiirde, bir romanda, bir denemede. Ve en çok da, İzmir’in mavisinde, memleketin sevdasında. 100 yaşın kutlu olsun, kaptan. Seni özlemle, saygıyla, minnetle anıyoruz.