Bugün Pazar...
Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...
Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...
Bir kez daha...
Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...
Bunu yaparken de...
O günleri kaleme alarak bu günlere taşıyan...
“Atatürk’ün Uşağı İdim”...
Kitabının yazarı Cemal Granda’yı saygıyla analım...
***
Takvimler 1938’in beşinci ayını gösteriyordu...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk...
Ankara’da “19 Mayıs” törenini izledikten sonra ...
Çıktığı Güney Anadolu gezisinden hasta olarak İstanbul’a geldi...
İki gün sonra da...
Kendi isteği ile “Savarona” yatında kalmaya başladı...
Ne var ki...
Çok sevdiği “Savarona”ya...
Ulu Önder’in son gelişiydi...
Nitekim...
Bir daha Ankara’yı göremedi...
***
Deniz havasının iyi geleceğini düşünerek...
O’nun için pek sevdiği “Savarona” yatını hazırlamışlardı...
Atatürk, Köşk’te olsun, Saray’da olsun hiçbir zaman...
Yatak odasının dışında gecelikle dolaşmazdı...
Uşaklarının önünde bile elbisesini giyerek otururdu...
“Savarona”da entari gecelikle O’nu görünce herkes şaşırdı...
Devetüyü rengindeki “Jeagu” pardesüsü de üzerindeydi...
Çehresi soluk, hali üzüntü vericiydi...
Boynu ve ensesi çok incelmiş, kansız kulakları şeffaf renk almıştı...
***
Atatürk...
O sırada yoğun bir hal alan “Hatay Davası” işini de üstüne alan...
CHP Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’yı...
Acele olarak...
Ankara’dan İstanbul’a çağırdı...
“Savarona”da...
Kamarasının yanında yer hazırlattı...
Şükrü Kaya hemen İstanbul’a geldi...
Atatürk’le görüşmeye başladı...
Konu, sonu derece hassas ve önemliydi...
Ulu Önder, Meclis’teki kanunlar ve Hatay konusunda bilgi aldı...
...Ve, inanır mısınız?
Bu arada Şükrü Kaya’nın açık lacivert yazlık ceketine dikkatle bakarak...
“Ne güzel ceket böyle...” demez mi?
***
Şükrü Kaya, hemen ceketini çıkardı ve...
“Beğendiniz ise buyurun, güle güle giyiniz efendim... Ben başkasını yaptırırım” dedi...
Bu jest Atatürk’ün çok hoşuna gitmişti...
Hizmetliler hemen koşup, ceketi Atatürk’e giydirdiler ama...
Düğmeleri ilikleyemiyorlardı...
Atatürk, üzüntülü bir şekilde gözlerini salondakilerden kaçırırken...
Üzüntülü bir şekilde şöyle dedi:
“Galiba hepimiz unuttuk... Bu karınla bu ceket giyilir mi? Karnımda asit varmış... Ne olacak bilemem...”
***
Atatürk, hastalığının nedeni çok iyi biliyordu...
Doktorların saklamasına karşın ansiklopedi ve tıp dergilerinden (siroz) bölümlerini okuduğunu ve hastalığının sonucunu öğrendiğini herkes görüyor ama görmemezlikten geliyordu... Atatürk, hiç bir zaman hiç bir kimseye halinden yakınmıyordu... Bu konuda Ulu Önder ile hizmetliler ve konuklar arasında sanki sessiz bir (*)akit oluşmuştu...
***

Önemli bir ayrıntı daha...
Bu acı veren süreçte...
Atatürk hiçbir zaman, hiçbir kimseye halinden yakınmıyor ama...
Hastalığının ağırlığından ve ölümden de söz etmiyordu...
Çünkü...
Hayatı boyunca ifade ettiği gibi; bu acı süreçte de...
“Ölümden korkmak ahmaklıktır!”
Diyordu...
***
Şükrü Kaya ise...
Atatürk’ün üzüntüsünü geçiştirmek için...
“Savarona”daki “Ulu Önder”e şöyle dedi:
“Sizin hastalığınız tedaviyle geçecek efendim... Yarın kumaş getirtelim, yeni ölçüde bir elbise yaptıralım...”
Atatürk, başıyla onayladı...
Ankara’daki Mümtaz Ökmen’e telgraf çekildi...
Kumaşlar geldi...
Ne var ki...
Diktirmek ve giymek kısmet olmadı...
O kumaşlar...
Sonradan “üç top Ankara sofu” diye Atatürk’ün (**)tereke listesine görüldü...
***
Bitiriyoruz...
Atatürk...
Şükrü Kaya’yı uğurlarken...
Tam de o sırada...
Savarona’daki “içkisiz masa”yı işaret ederek şöyle diyor:
“Şimdi soframız işte böyle fakir... Perhizdeyiz... Duyduğuma göre arkadaşlar da sofralarından alkolü kaldırmışlar!”
(*) Akit: “Anlaşma”...
(**) Tereke: “Ölen kişiden kalanlar...”
Nokta...
Sonsöz: “Elle yaptığım muayenede karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğünü anladım... O güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde bu sözlerim sürpriz olmuştu... / Prof. Dr. Doktor Nihat Reşat Belger: Atatürk'e “siroz” teşhisini koyan ilk doktor...” (Tarih: 22 Ocak 1938)