Yıllar önce ailecek çıktığımız bir gezide Amsterdam’da, bir kafede genç bir Hollandalı öğrencinin şu sözlerini duymuştum: “Avrupa’nın ruhu kayboluyor, hocam… Biz ekonomik bir kıta olduk ama duygusal olarak çoraklaştık.”

O zaman çok etkilenmiş, ama itiraf edeyim, bu kadar haklı çıkacağını düşünmemiştim. Aradan geçen yıllar içinde Avrupa’da sağın yükselişi, öfke ve korkunun siyasete hâkim oluşu, bu “ruhsuzluk” halini derinleştirdi. Ta ki, bu haftaya kadar…

Hollanda’da yapılan erken genel seçimler, kıtanın bu karanlık tablosuna umut ışığı düşürdü.
Oyların neredeyse tamamının sayılmasıyla birlikte merkez liberal çizgideki D66 Partisi, Rob Jetten’in liderliğinde, aşırı sağcı Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV)’ni geride bırakarak birinci parti oldu.

Hollanda basın ajansı ANP, Wilders’in artık D66’yı geçme şansının kalmadığını açıkladı. Henüz sayılmayan oylar sadece Venray belediyesinden geliyor; belediye binasında çıkan bir yangın sayımı geciktirdi. Yurt dışındaki Hollandalı seçmenlerin posta oyları da pazartesi günü açıklanacak. Ancak tablo net: D66, 15 bin 155 oy farkla önde.

Bu sonuç, rakamların ötesinde bir anlam taşıyor

Çünkü bu seçim, yalnızca Hollanda’nın değil, Avrupa’nın da vicdanına verilmiş bir cevaptı.
Gazze’de aylardır süren insanlık dramı, Avrupa kamuoyunun sessizliğini, politikacıların kayıtsızlığını gözler önüne serdi. Ve Hollanda halkı, bu sessizliği sandıkta bozdu.

Geert Wilders, uzun zamandır yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve İslam korkusu üzerine inşa ettiği söylemiyle Avrupa aşırı sağının simge isimlerinden biri haline gelmişti.

Ancak bu kez, “güvenlik” vaatleri, “ötekileştirici” dili ve “bizden olmayan”a yönelik nefret siyaseti karşısında, seçmenler başka bir şeyi hatırladı: İnsanlık.

Rob Jetten’in liderliğindeki D66, liberal demokrasinin özüne dönmeyi, yani çoğulculuk, ifade özgürlüğü ve dayanışma ilkelerini yeniden hatırlatmayı başardı.

Avrupa son yıllarda, mülteci tekneleri Akdeniz’de batarken gözünü kapattı; iklim krizi karşısında sessiz kaldı; Gazze’de yıkılan hastaneler karşısında diplomatik cümlelerle vicdanını teselli etmeye çalıştı.

Ama bir ülkenin halkı, bütün bu sessizliklere rağmen, “Biz o kadar da duyarsız değiliz” demeyi bildi. Hollanda, kıtanın vicdanını yeniden hatırlattı.

Bu sonuç, sadece D66’nın zaferi değil; Avrupa’nın demokrat damarının hâlâ canlı olduğunun göstergesi.

Önemli bir mevzu da gençler… Genç seçmenler bu seçimde belirleyici oldu. Çünkü onlar, savaş haberleriyle büyüyen bir kuşak. Onlar, iklim krizinin tam ortasında umutsuzlukla mücadele eden kuşak. Ve onlar, empatiye en çok ihtiyaç duyduğumuz çağda, sessiz kalmanın da bir suç olduğuna inanan kuşak.

Elbette Hollanda’nın bu tercihi tüm Avrupa’yı bir anda dönüştürmeyecek. Ama sembolik bir eşik aşıldı. Bir ülke, korkudan değil, vicdandan yana oy kullandı.

Hollandalılar az farkla da olsa güçlü bir irade ortaya koydu. Çünkü bu irade, artık bir partiye değil, bir değere ait: Adalet.

Hollanda’nın bu kararı, Avrupa’nın demokrasi hikâyesine yeni bir sayfa ekledi. Belki küçük bir ülke ama büyük bir ders verdi: Sandık, sadece iktidarların değil, insanlığın da sınavıdır.
Ve bu kez, o sınavdan geçen bir ülke oldu Hollanda.

Gazze’nin karanlığında, Avrupa’nın puslu ufkunda bir ışık yandı. O ışığın adı, vicdan.