Bazı sözler vardır ki, çağları aşar gelir. Nesimi’nin “Minnet eylemem” şiiri de onlardandır; hakikat uğruna yanmayı göze alan bir dervişin haykırışı… O, 14. yüzyılın korku ve taassup dolu karanlığında yaşadı. Sözlerin yalnızca kelime değil, suç olduğu bir dönemde… Ve o, bu suçun bedelini canıyla ödedi. Derisi yüzülürken bile sükûnetle, vakarla, Mansur gibi dar ağacına çıkar, minnet eylemem. diyordu. Çünkü onun için ölüm, hakikatin sustuğu bir dünyada yaşamaktan daha iyiydi...

Seyyid İmadeddin Nesimi (yaklaşık 1369 – 1417), 14. yüzyılın sonları ile 15. yüzyılın başlarında yaşamış, Azerbaycan asıllı bir tasavvuf şairi ve Hurufilik inancının en önemli temsilcilerindendir. Nesimi’nin bağlı olduğu düşünce akımı Hurufilik, “harflerin sırrına dayalı bir mistik felsefedir.”

Bu öğretiye göre: “İnsan Tanrı’dan ayrı değil; Tanrı’nın suretinde, onun parıltısıyla var olandır.” Yani Tanrı, uzak bir gökyüzü varlığı değil, insanın kendi varlığında tecelli eder.
Bu düşünce, dönemin katı din yorumlarına meydan okuyordu. Nesimi, bu inancı şiirlerinde cesurca savundu: “Sığmazam gökler ile yer arası, Gah arada gah dışında, minnet eylemem.” Bu dizelerde “Ben Tanrı’ya sığmam, çünkü ben O’nun içindeyim” der gibidir. İşte bu düşünce, onu “dinsizlikle” suçlayan ulemanın öfkesini üzerine çekti.

Nesimi, hakikatin insanda zuhur ettiğini söyleyerek, Tanrı’yı aracı kurumlar olmadan bulabileceğini savunuyordu. Yani din adamlarına, sultana, imama gerek olmadan insan kendi özünde “Hak” ile birleşebilirdi. Bu fikir hem dinî otoriteleri hem de siyasal iktidarı tehdit etti. Çünkü bu düşünce, korkuya değil bilince dayalıydı. Köleliği değil özgürlüğü, itaati değil sorgulamayı öğütlüyordu. Bu yüzden dönemin yöneticileri tarafından “zındık”, “mürtet” (dinden dönen) ilan edildi. Yaklaşık 1417 yılında, Halep’te yakalandı. Sorgusunda geri adım atmadı. Ve tarihin en acı infazlarından biriyle, derisi yüzülerek öldürüldü.

Rivayet edilir ki, derisini yüzdüklerinde bile, yüzündeki ifade sakin ve huzurluydu. Cellâdı ona “inancından dönecek misin?” diye sorduğunda şu sözleri söylediği anlatılır: “Ben derimin altındaki ‘ben’ değilim. Bu bedeni yok etseniz de hakikat bendedir.”

Nesimi, ölümüyle susturulamadı. Aksine, sesi yüzyıllar boyunca büyüdü. Anadolu’da, Azerbaycan’da, İran’da; Bektaşi tekkelerinde, derviş nefeslerinde onun dizeleri söylendi. Onun “Minnet Eylemem” şiiri, zalim karşısında baş eğmeyenlerin marşı hâline geldi. Bugün hâlâ onun sesi, her çağın vicdanında yankılanır: “Zalime boyun eğen arif olmaz, Cümle dünya malı fânidir, minnet eylemem.”

Nesimi’nin ölümü, bir tanıklıktır. O, insanın kendi içindeki ilahî gücü fark etmesiyle başlayan özgürlük fikrinin bedelini ödedi, ancak sözlerini bugüne ulaştırmayı başardı…Ve o söz, bugün bize şunu hatırlatır: Minnet eylemem” demek ne inkâr ne kibirdir. Bu, insanın kendi özündeki vicdana sadık kalma kararlılığıdır.

Zulüm karşısında susmamak

Her çağ kendi zalimini yaratır. Ve her zalim, hakikati taşıyan bir sesi susturmak ister; kimi zaman dinin, kimi zaman vatanın adını kullanarak. Ama susturulmak istenen şey hep aynıdır: Düşünen, eğilmeyen, minnet etmeyen insan. Bugün söz hâlâ tehlikeli. Bir yazı, bir fikir, bir ses kaydı… Hepsi birer modern “meyhaneye dönüşüyor; Nesimi’nin tabiriyle, Merd olan meyhaneye varır, minnet eylemem.”

O meyhane, hakikatin içildiği, korkunun döküldüğü yerdir. Orada içilen “mey”, Tanrı’ya ve insana duyulan aşkın, yani gerçeğin sarhoşluğudur. Bu sarhoşluk ne nefsin coşkusudur ne de dünyevî cesaretin övüncü. Bu, doğrunun bedelini ödemeye razı olmanın bilincidir.

Eğilmemek değil, doğru yerde eğilmek

Nesimi’nin dünyasında eğilmek, kutsal bir eylemdi; ama yalnızca “Hak” karşısında. “El pençe divan durur, minnet eylemem” derken, aslında şunu söylüyordu: “İnsana değil, kudrete değil, yalnızca hakikate eğilirim.”

Gerçek bilgelik, kime eğildiğini bilmekte gizlidir. Hakikat karşısında eğilmek, insanın kendi sınırlılığını kabul etmesidir; ama zalim karşısında eğilmek, hakikati inkâr etmektir. Nesimi’nin mirası, bu iki eğiliş arasındaki farkı ayırt edebilmektir.

Bugünün insanı da benzer bir sınavdan geçiyor: Bir yanda korku, bir yanda vicdan. Bir yanda konfor, bir yanda doğruluk. Kimileri sessiz kalsa da kimileri cesaretle zalimin karşısında dik duruyor. Her çağda bazı yüreklerde, Nesimi’nin zalim karşısındaki cesaretini bulmak mümkündür. Onlar yaşadıkları çağın nabzını duyanlardır; yorgundurlar, ama vazgeçmezler. Minnet etmezler, çünkü minnet etmek bir ruh yoksulluğudur. Nesimi’nin dizeleri, o cesur yüreklerde yeniden can bulur: “Cümle dünya malı fânidir, minnet eylemem.” Onlar bilir ki, geçici olanın önünde eğilmek, kalıcı olanı yitirmektir; bu yüzden aydınlık bilinçlerinde inatçı bir direniş vardır.

Bugün de hâlâ bazı insanlar var; bile bile yanmayı seçerler, ama eğilmeyi öğrenmezler; biliyoruz ki, her çağda birileri çıkar fikrini ya da sözünü söyler, sırf bu yüzden susturulmak istenir, dışlanır, zulüm görür, hapsedilir ama yine de minnet etmez! Onlara selam olsun… Korkuya değil, hakikate eğilenlere… Zulme karşı direnenlere… Zalime minnet eylemeyenlere…