Herkes bilmez!

Sevdalılar ise...

Aşağıdaki “on kelime”ye hiç düşünmeden “okey” çeker...

Çünkü...

Sevenler için...

Aşkın matematiğinde, “bir” ile “bir”in toplamı her şeye eşittir...

Bunu hiç unutmayın!

***

En iyi İzmir’in eski Alsancaklılar’ı bilir ve tanır...

Doruklarda yaşanmış ama...

Hiç unutulmamış o aşk öyküsünün kahramanlarını...

Ve dahi...

Gülen gözlerindeki “mesut” ve “bahtiyar” ışıkları...

***

Bu yaşanmış öykü...

İzmir Alsancak'ta doğup, büyümüş...

Bugün 60'lı / 65’li yaşları süren...

Her “delikanlı” kadın ve erkeğin yaşadığı...

Ve dahi yaşattığı...

Ölümsüz “Sanat Güneşi Zeki Müren”in unutulmaz şarkısı...

“Bir demet Yasemen gibi”...

Koklamaya doyamadığımızı anılar manzumesinin...

Ölümsüz(!) bir parçasıdır...

Başlıyoruz...

***

1975'in Eylül'ü...

İzmir, o ayda bile yapış yapış sıcak...

Akşam saatlerinde başlayan serinlik...

Az-biraz ürpertiyor ama...

O'ssun varsın...

Yürekler deli gönül olmuş...

İzmir'in meşhur imbatı yelpaze gibi...

Mekan, Birinci Kordon'daki Karina Disko...

(Çocukluğumuzun Altay Lokali...)

Deniz üstünde emsalsiz güzellikte...

Gençliğin başkenti gibi...

Şimdi yerinde yeller esiyor...

İçeri girmek için adımınızı attığınızda...

Sigara, alkol ve halı kokusu genzinizi yakıyor ama ne gam?

Tanıdık bir grup var; kızlı-erkekli...

Çoğu birbirinin kuzeni-yeğeni...

Yaşları pek öyle kakara-kikiri yaşları değil...

Masanın moda içkisi, votka-limon...

Aralarında yaşça büyük Mehmet Refik Soyer ve eşi de var...

Delikanlılardan en gösterişli olanının adı, Ahmet...

Uzun boylu, yakışıklı...

Aile şirketlerini (soğukhava deposu ile un fabrikası) yönetiyor...

Taş çatlasın, 22-23 yaşlarında...

Hani...

Gömlek yakalarının yaprak gibi kocaman...

Pantolonların ise İspanyol paça olduğu günler...

Grupta bir kız var...

Uzun boylu, kuğu gibi...

O günlerin çok popüler sinema yıldızı Hale Soygazi'ye benziyor ama...

O'ndan çok daha güzel ve çekici...

Adı, Mine...

Çamlaraltı mezunu, henüz 20'sine bile basmamış...

***

Pist kalabalık ama...

Yakışıklı Ahmet, dünya güzeli Mine'yle...

Dans etmeyi kafaya koymuş, fısıldar gibi soruyor:

“Dans edelim mi?”

Mine, ses çıkarmıyor; sadece yerinden doğruluyor...

Pistte kendilerine yer bulmak için ilerlerken...

Ahmet, diskonun DJ'i ile göz göze geliyor...

Mesaj alınmıştır...

Az sonra...

Ahmet'le “bütünleşen” o melodi...

Bir anda bütün Karina'yı sarıyor...

52 yıl öncesinin unutulmaz bir Rolling Stones şarkısı...

(Hala dillerde...)

“Angie...” çalmaya başlıyor...

Muhteşem bir slow...

Mick Jagger, o şarkıda sevgilisine sesleniyor:

“Bu kara bulutlar ne zaman dağılacak? / O bulutlar bizi buradan nerelere götürecek?” diye soruyor...

Ahmet'in kolları Mine'nin belinde...

Gözler birbirlerinden başkasını görecek gibi değil!

Bu “Angie” parçasının büyüsü...

Ahmet, genç kızın kulağına fısıldıyor:

“Bu parçayı sevdin mi?”

Mine, gözlerini kırpıyor “evet” anlamında...

Ahmet'e daha bi'cesaret geliyor:

“Çıkalım istiyorum; tabii sen de istersen?”

Mine'nin cevabı tek kelime:

“Hayır!”

Ahmet'in pes etmeye niyeti yok:

“Ama ben ciddi düşünüyorum...”

Gözler buluşuyor yeniden...

Alsancak'ın güzel kızı...

“O zaman olabilir!” diyor...

Ah, aşk... Sen nelere kadirsin?

Ahmet'in kanatları olsa...

Sevinçten uçacak o an...

***

Sahneyi değişiyoruz...

Bir kaç gün sonra Mine'lerin evindeyiz...

Genç kızın dedesi...

İzmir'in tanınmış tacirlerinden Kale Ticaret'in sahibi Nurettin Çetinyılmaz...

Yemekten sonra ufaktan taşı atıyor Mine'ye:

“Biliyorsun seni isteyen var! Zamanı geldi artık...”

Genç kız, “Biliyorum” dercesine başını sallıyor:

“Onun çok sert bir sesi var... Ama Ahmet'in sesini, konuşmasını herkes beğeniyor!”

Abooov!

Ev ahalisini şaşırtan bu çocuksu cevaptan sonra...

“Kim bu Ahmet?” şoku yaşanıyor Mine'lerin evinde...

Gerisi malum...

***

Mine ile Ahmet'in çok mutlu bir evliliği oldu...

Birbirlerine hep aşkla baktılar...

Dürüst oldular sevdalarına...

Aşklarını masal yapmak yerine...

Parmakla gösterilecek saadetlere yelken açtılar...

Önce Levent geldi aileye...

Sonra Zeynep...

Mutlulukları perçinlendi...

***

Ahmet de popüler bir ailenin oğluydu...

Sevenleri ordu gibiydi...

Ama...

Ne milletvekili olurken...

Ne KİPA'yı yaratırken...

Ne belediye başkanı olurken...

Kendisinin önüne “Piriştina” soyadını koymadı...

Fıkralara bile konu olan...

“Arnavut İnadı” vardı sadece...

Sabit fikirli değildi...

Ama, laf aramızda “Zor Adam”dı...

Çocukların yanında hiç tartışmazlardı...

Mine'sine adıyla seslenmez...

Hep “Minik” derdi...

İşte, o “Minik”...

Dağ gibi eşini kaybettiği gün...

Tek kelime çıktı, ardı ardına dudaklarının arasından:

“Gitti... Gitti... Gitti... Gitti...”

***

Bitiriyoruz...

Kahpe Felek...

21 yıl önce Ahmet'in kalbine fiske atıp durdurmasa...

Sevgili Mine’si...

Geçen yıl (16 Nisan) büyük aşkının arkasından gitmese...

An itibarıyla 12 gün sonra...

Yani, 28 Haziran Cumartesi...

Mine ile Ahmet...

44'üncü evlilik yıldönümlerini...

Evlatlarıyla...

Torunlarıyla...

Ve dahi...

Birbirlerinin kolundan hiç çıkmayan aile dostlarıyla kutlayacaklardı...

Haksız mıyım sevgili Levent Piriştina?

***

Bitiriyoruz...

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay...

Efsane Başkanı merhum Ahmet Piriştina'yı...

Vefatının 21’inci yılında kabri başında andı; sözleri çok etkileyiciydi:

“Yaptığı hizmetler bugün bile insanların hayatını kolaylaştırdığı için şehrimizde varlığını devam ettiriyor... Biz de O’nun bıraktığı mirası taşımaya bayrağı daha ileriye götürmeye çalışıyoruz...”

Nokta...

Sonsöz: “Beni çok özle, bir daha bu kadar sevmeyecekler seni... Aşksız olma ki, ölü olmayasın... Aşk'ta öl ki, diri kalasın... / Hz. Mevlana...”