Bir kasabanın geleceği yalnızca yollarında, binalarında ya da turizm tabelalarında değil; insanlarının ortak hayallerinde, kültüre dair ürettikleri sözlerde gizlidir. Geçen hafta sonu Küçükkuyu’da yapılan çalıştay tam da böyle bir buluşmaya sahne oldu. “Kültür Kenti Küçükkuyu Çalıştayı” başlığıyla düzenlenen etkinlik, kentin geleceğine dair bir yol haritası arayışını, farklı seslerin aynı masada buluştuğu samimi bir ortamda yeniden düşündürdü.

Bu yıl üçüncü kez tanık oldum. Avrupa Birliği desteğiyle, İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın koordine ettiği ORTAKLAŞA: Kültür, Diyalog ve Destek Programı kapsamında Küçükkuyu’da önemli adımlar atıldı. “Kültür Kenti Küçükkuyu” başlığıyla düzenlenen çeşitli etkinlikler bölgenin kültürel geleceğine dair hepimizde umut yarattı.

Geçen cumartesi günü toplantı alanına girerken insanın aklına hemen şu geliyor ister istemez. Bir kültür politikası ne kadar masa başında yazılır, ne kadar gündelik hayatta yaşanır? İşte bu çalıştayda bunun yanıtı, kalın çizgilerle değil; küçük, içten anekdotlarla verildi. Belediye Başkanı Abdülmuttalip Gürel ve Bir Tohum Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Oya Aydemir’in ev sahipliğinde açılış yapılırken, “Bir yılda birlikte neyi başardık?” sorusu tüm salona yayıldı. Bu, sadece bir geriye bakış değil, aslında ortak bir vicdan muhasebesiydi.

Küçükkuyu Anneleri Platformu’nun yaptıklarını öğrenince pek sevindiğimi yazmalıyım…

Enteresan anket sorularına da karşılık verdik. “Bizi neler birleştirecek?” başlıklı kavram haritası atölyesi de dijital ortamda sürecek. Çünkü kültür yalnızca sanat eserleriyle değil, o eserleri anlamlandıran diyaloglarla da büyüyor.

Kültürün sınırları, ekolojinin sesi

Panel, çalıştayın en yoğun kısmıydı. Bir gece önce de konuşmuştuk, Güneşin dostumuzun “Kompost Dünya”deyimi önemli. Açıkçası hâlâ da düşünüyorum. Kompost dünya, organik atıkların (yemek artıkları, bahçe atıkları gibi) çürümesiyle toprağı zenginleştiren kompostun, dünya ekosistemi için önemini vurguluyor. Yani ortada bir çürüme var, ama bu çürüme umut yaratabilir. Proje adı ya da sanatsal bir kavram olarak düşünürsek “dünya” kelimesi çevre bilinci, sürdürülebilirlik veya küresel bir ekolojik hareketi temsil edebilir.

Bunu kültürel açıdan çok iyi değerlendirdi konuşmasında Ulaş Bayraktar… “Kompostu humusa dönüştürmenin bereketinin yolu kültürden geçiyor” dedi. Ne doğru bir söz…Ekolojik bir sürecin (kompostun humusa dönüşmesi) sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşüm gerektiriyor. Bereket, yalnızca toprağın verimliliği değil, aynı zamanda insanların doğayla uyumlu bir yaşam tarzı benimsemesiyle ortaya çıkan bir bolluk ve sürdürülebilirliktir.İnsanların alışkanlıklarını, tüketim kültürünü ve doğaya bakış açısını dönüştürmek mümkündür. Geleneksel bilgiyi modern bilimle birleştirerek daha sürdürülebilir bir gelecek inşa eder. Ve bunlardan da önemlisi söz aldığımda dediğim gibi, “Kişisel sosyal sorumluluklar” çok değerli. Kültür toplulukları bir araya getirerek ortak bir amaç etrafında birleştirebilir bu durumda.

Ulaş Bayraktar ayrıca “kenar etkisi” kavramı üzerinden kültür politikalarını tartışmaya açarken, merkezin dışında kalanların çoğu zaman asıl yaratıcılığı doğurduğunu hatırlattı. Kenarda olmak, dışlanmak değil; tam tersine yeni bağlar kurabilmenin, farklılıkları görünür kılabilmenin fırsatı.

Dr. Ali Alper Akyüz, konuşmasında antroposen çağın çoklu krizlerini hatırlattı… İklim felaketleri, göçler, kırılgan topluluklar…Antroposen Çağ, jeolojik zaman ölçeğinde, insan faaliyetlerinin Dünya’nın ekosistemleri, iklimi, jeolojisi ve biyosferi üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğu önerilen bir çağ… Antroposen, insanlığın gezegen üzerindeki sorumluluğunu ve etkisini anlamak için bir çerçeve sunar. Bu çağ, sürdürülebilirlik, çevre bilinci ve teknolojik çözümler gibi konuları tartışmak için bir fırsat yaratır. Aynı zamanda, gelecekte nasıl bir dünya bırakacağımız konusunda kararlar almamızı gerektirir.Bu zor tabloda kültür, yalnızca bir süs değil, dirençliliğin temel bileşeni olarak öne çıkıyordu. Ekolojiyle birleşmeyen kültür politikalarının eksik kalacağını vurgulaması, oradaki herkesin zihnine kazındı.

Güneşin Oya Aydemirde, kültür ekosisteminin yerele odaklanması gerektiğini vurguladı.

Bence de yerelden kopan bir kültür anlayışı, köksüz kalıyor. Küçükkuyu gibi bir kasabada bu vurgu daha da anlamlıydı; burada atılan her adım, hem bugünün insanına hem de yarının çocuklarına dokunacaktı.

Sarp Keskinler ise komşuluk hukuku kavramı üzerinden ağlarla ortaklaşmanın önemini dile getirdi ve örnekler verdi. Dayanışmanın, kültürün en eski ve en güçlü taşıyıcısı olduğunu söyledi. Hepimiz biliyoruz ki kültür, tek başına yaşatılabilecek bir şey değil; komşunun kapısını çalmakla, birlikte sofraya oturmakla, aynı şarkıyı söylemekle varlığını sürdürüyor.

Küçükkuyu’da bu buluşmayı değerli kılan şey, akademik bir panelin ötesinde, ortak bir iradenin doğduğunu hissettirmesiydi. Katılımcılar, “bizi neler birleştirecek?” sorusuna yanıt ararken belki de en önemli cevabı birlikte verecekler. Bence insanları birleştiren şey, tek tek fikirleri değil, birlikte üretme isteğidir.

Sonuçta kültür, sabitlenen bir sonuç değil, sürekli devinen bir süreç. Bu süreçte kimi zaman tartışmalar, kimi zaman fikir ayrılıkları olacak; ama asıl önemli olan aynı masada oturabilmek. Küçükkuyu’nun bu süreçte küçük bir kasaba olmaktan öteye geçip bir kültür kenti olarak anılması, işte bu ortak niyetle mümkün olacak.

Toplantı biterken dile getirilen teşekkürler bir vedadan çok, yeni bir başlangıcın işaret fişeğiydi.Dilerim öyle olur.