Nazım Hikmet’in Hiroşima üzerine yazdığı unutulmaz şiirlerden biri “Kız Çocuğu” dur. Bu şiir, Hiroşima’nın atom bombasıyla yok edilmesinin ardından yazılmış ve dünya edebiyatında nükleer savaş karşıtlığının en güçlü simgelerinden biri hâline gelmiştir:
Kapıları çalan benim
Kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
Göze görünmez ölüler.
6 Ağustos 1945 sabahı saat 08.15'te Hiroşima’ya atılan atom bombası, yalnızca o günün değil, insanlık tarihinin de karanlık bir dönüm noktasıydı. O gün havada parlayan ölümcül ışık, yaklaşık 140 bin insanın yıl sonuna kadar hayatını kaybetmesine neden oldu. 80 yıl sonra, Hiroşima hala aynı saatte susuyor. O sessizlikte sadece ölenlerin değil, aynı zamanda unutulmaya yüz tutmuş derslerin yankısı var.

Gazze’ye ne kadar benziyor değil mi? Tarih her zaman tekerrür etme eğiliminde. Bugün, 74.000 kişinin ölümüne yol açan Hiroşima'ya atılan atom bombasının 80. yıldönümü... Gazze'den bir farkı var mı? Hiçbir farkı yok!
Bu yılki anma töreninde Hiroşima Belediye Başkanı KazumiMatsui'nin sözleri, bu yankıyı daha da çarpıcı hale getirdi. Ukrayna’da ve Orta Doğu’da devam eden savaşlar, nükleer silahların yeniden bir tehdit unsuru olarak meşrulaştırıldığını gösteriyor. Matsui, bu gidişatın, insanlığın geçmişte yaşadığı “trajedilerden” hiçbir ders çıkarmadığını belirterek, nükleer caydırıcılık doktrinini sürdürmenin insanlık dışı sonuçlar doğuracağını vurguladı. 80. yıldönümünde Hiroşima Barış Anıtı Parkı’nda düzenlenen törende, 120 ülkeden temsilciler hazır bulundu. Artık sayıları 100 binin altına düşmüş olan hibakushaların (atom bombasından sağ kurtulanlar) çoğu 86 yaşının üstünde. Onlar için bu tören, yaşarken anlatabilecekleri son anmalardan biri olabilir. Anılarının taşındığı kayıtlar, ölen her yeni hibakushaile azalan bir hafızayı temsil ediyor. Bu yıl hayatını kaybeden 4.940 kişinin ismi, anıt mezarın içinde saklanan resmi kayıt defterine eklendi. Hiroşima’daki toplam ölü sayısı ise yaklaşık 350 bin.
Başkan Matsui'nin barış deklarasyonu, sadece bir siyasi çağrı değil, aynı zamanda derin bir vicdani sarsıntının ifadesiydi. Bir kadın, bombalamanın hemen ardından “Su!” diye yalvaran genç bir kıza yardım edemediğini anlatmış. Yıllar sonra hâlâ bu pişmanlıkla yaşayan kadın, “Nükleer silahların kaldırılması için mücadele etmek, ona yapabileceğim en iyi iyilik” diyor. İşte bu, bireysel travmanın kolektif bir sorumluluğa dönüştüğü an.
Dünyada şu anda 12.000’den fazla nükleer başlık bulunuyor ve bunların yüzde 90’ı ABD ile Rusya’nın elinde. Bu gerçek, NihonHidankyo’nun—ülke çapındaki A-bombası mağdurlarının oluşturduğu ağın—bu yıl yaptığı açıklamada bir kez daha altı çizilerek ifade edildi: “Zamanımız tükeniyor. Şimdi asıl mesele, nükleer silah sahibi ülkeleri değiştirmek… Ne kadar az da olsa.”
Ne yazık ki Japonya da dahil olmak üzere nükleer silahlara sahip ülkelerin hiçbirisi, 2021’de kabul edilen Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması'nı imzalamadı. Hiroşima gibi bir trajediyi yaşamış bir ülkenin bile bu konuda tereddüt göstermesi, nükleer caydırıcılığın hâlâ bir “güvenlik” aracı olarak görüldüğünün acı bir göstergesi.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de belirttiği gibi, Hiroşima ve Nagasaki’yi yıkan o silahlar, bugün yeniden “zorlayıcı araçlar” olarak gündeme geliyor.
CNN International’de canlı izledim,Guterres, hibakushaların Nobel Barış Ödülü ile onurlandırılmasını bir umut ışığı olarak nitelendirerek, insanlığın Hiroşima'nın direncinden ve hayatta kalanların bilgeliklerinden ilham alması gerektiğini de söyledi.

80 yıl önce Hiroşima'ya atom bombası atıldı. Bu, hepimize nükleer savaşın telafisi mümkün olmayan riskinin yanı sıra, savaşın -tüm savaşların- çatışmanın ortasında kalan insanlara yaşatmaya devam ettiği ölüm ve yıkımın da bir hatırlatıcısı olmalı ama çok zor…
Bir sabah Hiroşima semalarında yankılanan patlama, yalnızca bir şehri değil, insanlığın vicdanını da sarsmıştı. Seksen yıl sonra, artık o patlamayı duyan kulaklar azaldı; ama tehlike çok daha yakın. Nükleer sessizlik, yeniden bir patlamayla bozulmadan önce, insanlığın bu çağrılara kulak vermesi gerekiyor.
***
Çok edebi eser bu konuda ama Nazım’ın şiirinin yerini tutması zor. Nazım, şiirde Hiroşima’da ölen küçük bir kız çocuğunun ağzından seslenir dünyaya. O çocuk artık yoktur, ama sesi hâlâ yankılanmaktadır. Şiir ilerledikçe yalın bir dille, masum bir çocuk ruhunun acı bir gerçekliğe dönüştüğü anlatılır.
Hiroşima’yı yalnızca tarih kitaplarında ya da anma törenlerinde hatırlamak yeterli değil. Bu trajediye bir çocuğun gözünden bakmayı başaran Nazım Hikmet, “Kız Çocuğu” şiirinde nükleer silahların açtığı yarayı ölümsüzleştirdi. Hiroşima’da ölen isimsiz bir çocuğun sesine kulak veren Nazım, tüm insanlığa şu yalvarışı bırakmıştı:
Sizin yapacağınız bir şey var,
Beni yakmayın!
Bu çağrı, bugün de geçerliliğini koruyor. Çünkü nükleer savaş, yalnızca geçmişin değil, her an yeniden yaşanabilecek bir geleceğin tehdidi. Nazım’ın şiiri, Hiroşima’nın küllerinden yükselen bir barış çağrısıdır. Ve o çağrı hâlâ karşılık bekliyor.