Muhittin AKBEL / EGEDESONSÖZ - Bugün, 30 Ekim depreminin birinci yıldönümü. O gün yaşanan büyük deprem, ne ilkti İzmir için, ne de son olacak elbette. Fakat depreme hazırlıklı olmak, sağlam yapıların sağlam zeminlerde inşa edilmesi adına yıllardır çağrılarda bulunan Yüksek Jeofizik Mühendisi, Deprem Bilimci Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, 30 Ekim depreminin yıldönümünde İzmir gerçeğini masanın üzerine koydu. Sorularımıza içtenlikle yanıt veren Prof. Ercan, büyük hasarın sadece zemin koşullarına bağlanmasının doğru olmadığını belirtirken, detaylı bilgiler de aktardı.
DEPREM YIKIMLARINDA İZMİR’İN ZEMİN ETKİ ORANI, YÜZDE 60’TIR
Genelde deprem yıkımlarının yüzde 20’sinin zemin koşullarına, yüzde 80’inin ise yapıdan gelen sorunlardan kaynaklı olduğunu belirten Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İzmir için bu rakamların farklı olduğuna dikkat çekti. Prof. Ercan, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Evet; genel olarak konuşacak olursak, deprem yıkımlarının yüzde 20’si zemin koşullarına, yüzde 80’i yapıdan gelen sorunlardan kaynaklıdır. Ama İzmir için bu koşul, farklıdır. İzmir’de yerden, zeminden kaynaklı sorun, aşağı yukarı yüzde 60 civarındadır. Normalde her zaman söylediğim gibi, sağlam yerde sağlam yapı olması gerekiyor. Sulak, gevşek, tarım alanları, bataklıklar, doğal koruma alanlarıdır. Kuş cennetleri, göller gibi… Buradaki ana hata, bu doğal koruma ve tarım alanlarının yapılaşmaya açılmış olmasıdır. Kordelya adıyla Karşıyaka kurulduğunda, bu ilçe, küçük bir köydü. Gediz Irmağı eskiden İzmir Körfezi’ne akardı. Alaybey, Karşıyaka, Bostanlı, Mavişehir, Çiğli, Bağarası, Sasalı gibi yerler, yapı yasaklı koruma alanlarıydı. Çünkü buranın, Gediz deltası olduğunu uçan kuş bile bilir. Ne zaman buralar yapılaşmaya açıldı, o zaman ipin ucu kaçtı.”
BAYRAKLI’YI, DAHA 1975 YILINDA İŞARET ETTİM
Söz konusu yerleri imara açmanın, dünya üzerindeki tüm deprem yönetmeliklerine aykırı olduğunu belirten Prof. Ercan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Genellikle yerbilimcilerle inşaatçılar biraz farklı düşünürler. Biz yerbilimciler korumacıyızdır. Biz doğaya, insan canına öncelik veririz. Şehir plancıları da yerbilimciler gibi davranır, öncelikleri doğadır, candır. Fakat inşaatçılar da der ki, bizim yapı yapamayacağımız bir yer yoktur, denizin içine bile yapı inşa ederiz, bataklığa da yapabiliriz. Doğrudur, yapabilirler. Ama yapılmalı mıdır? Doğayı korumazsak, insanın yaşayacak alanı kalmaz. Bu ilkeler ortadan kaldırılarak, bamya bahçelerine, tarım alanlarına, gerek Karşıyaka, Çiğli ve Sasalı, gerekse Bornova ovası yapılaşmaya açıldı. 1955’lerden itibaren. Yani Demokrat Parti’nin “Bırakın yapsınlar” dediği günlerde. Tarım alanları çarçur edildi. İpin ucu o zaman koptu. Sonraki iktidarlar da “Biz Demokrat Partinin devamıyız” dedikleri için, aynı yoldan gittiler. Sonuçta yeni gelen belediyeler de buna dur demediler. Özellikle 1975’ten sonra, İzmir gazetelerine sürekli yazılar yazdım, yapmayın, etmeyin, diye. Depremin nereleri yıkacağını o zamanlar yazdım. Daha deprem olmadan… Bayraklı, işaret ettiğim tehlikeli yerlerin başında geliyordu. Bayraklı, Meles Irmağının kenarında, Meles Ovası’dır. Bataklıktı, kurutuldu, şimdiki binalar yapıldı.”
DEPREM DALGALARI, BAYRAKLI’DA ÇALKALANMAYA GELEN KÖTÜ YAPILARI AYIKLADI, YIKTI
30 Ekim’deki depremin İzmir’de değil, Sisam adasında olduğunun altını çizen Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, Bayraklı ile ilgili ilginç detaylar verdi:
“30 Ekim’de İzmir’de deprem olmadı aslında! Sisam’da oldu. Peki neden Bayraklı’yı etkiledi? Gediz depremi olmuştu, 1970 yılında, ama o zaman Bursa’daki herhangi bir fabrika yıkılmamıştı. Demek ki deprem orada olmasa bile deprem dalgaları geliyor. Deprem dalgaları eğer üstteki yapıyla çalkalanmaya gelirse, nerede olursa olsun, o yapıyı yıkar. İzmir’deki olay, tam da böyledir. Deprem ve dalgaları daima depreme karşı dayanıklı olmayan yerleri bulur, seçer ve yıkar. Deprem dalgaları Bayraklı’ya geldiği zaman Denizli’ye de gitti, Isparta’ya da gitti. Bayraklı’ya geldiği zaman, çalkalanmaya gelen kötü yapıları ayıkladı ve onları yıktı. Diğerlerinde ise büyük hasar bıraktı. Deprem eğer 5 saniye daha sürseydi, onlar da yıkılacaktı. Artı, Karşıyaka, Bostanlı, Alaybey de yıkılacaktı, Bornova da... Yani deprem 7.1 büyüklüğünde olsaydı, şu anda Karşıyaka’daki ölümleri de konuşuyor olacaktık. Bayraklar Asılı Kaldı, adlı kitabımda ayrıntılı biçimde bu gerçekleri yazdım. Her İzmirlinin bu kitabı okuması lazım. Çalkalanma dönemine giren yapılar yıkıldı ve 118 kişi hayatını kaybetti. İzmir’in zemini tamamen mi kötü? Elbette değil. Çok sağlam yerler var. Mesela Yeşilyurt, mesela Yamanlar… 8 büyüklüğünde deprem olsa bile Yamanlar’daki sağlam yapılar yıkılmaz.”
HALK ULEMA OLSA DAHİ, CEBİNDE PARA YOKSA, ALABİLECECEGİ HİÇBİR ÖNLEM YOKTUR
“Depremde hasar görmüş, yıkılmış yapıların yerine yeni bina yapılamaz” diyen Prof. Ercan, “Çünkü orada yapı yıkıldı ama zemindeki özellikler aynı duruyor. Deprem gören yerin taşıma özelliği düşer. Yüzde 30 emsal veriliyor buna rağmen. Eğer yüzde 30 emsal uygulanırsa, Allah korusun, lafı da kurtarmaz. Diyecek bir söz bulamıyorum” değerlendirmesinde bulundu. Prof. Ercan, vatandaşların deprem bilincine sahip olması konusunda da şunları söyledi:
“Halk ulema olsa dahi, cebinde para olmadıktan sonra, depreme karşı alabileceği hiçbir önlem yoktur. Doğrudan doğruya, ülkenin ekonomisi, deprem ölümleriyle orantılıdır. Deprem yönetmeliğimiz eksik midir? Hayır, eksik değildir. Mükemmeldir. Ama depremden yıkılmayacak bir evin şu anda aylık kirası İstanbul’da 7-8 bin liradır. Asgari ücret 2 bin 820 lira olduğuna göre, insanlar o evi nasıl kiralayabilir? Ülkemiz insanının yüzde 49’unun ortalama geliri, 3 bin 750 liraymış. Bu paranın tamamını verseniz bile o evlerde kirada oturamazsınız. Türkiye’de yoksulluk sınırı 3 bin 50 liradır. Yoksul bir ülkede deprem, eşittir ölümdür. Ekonomi düzeltilmedikçe deprem ölümleri de önlenemez.”